Aşk, kavgasız olmaz, diyordu, kendi kendime. Ona göre, sessiz, sakin, sütliman denecek şekilde dalgasız denizlerde yüzmeye alışmış olam gemiler, karşılarına çıkacak ilk fırtınada alabora olur batarlardı. Sevenler, hayatın gel - gitlerine çok önceden hazır olmalıydılar. Aşktaki kavga, işte bu hazırlanışın göstergesiydi. Gönüle ilk giren sevgi, bir kor gibidir. Zamanla üzeri küllenir gibi olsa da, ömür boyu hiç sönmez. İnsanın başına ne gelirse gelsin, gönül ilk sevdiğini unutmaz. Sevgiyi yüce kılan da budur. Yani, unutmamak, vefalı olmak, anılara saygı göstermek, insan olana bu yakışır, çünkü. Göz gördüğünü unutsa da, gönül gördüğünü unutmaz. Göz dışa, gönül ise içe, daha da içe bakar. Göz ufuklara kadar görebildiği halde; gönlün, ötelerin ötesini görebilmesi bundandır. Güzelsu’yun çağlayanı üzerine boşalıyor gibi geldi. Yıkandı, durulandı, tenizlendi. Haşattu vadisinin bunaltıcı yaz sıcaklarından sırılsıklam tere batan vücudu hücre hücre serinledi. Hafifçe nemlenen gözlerinde oluşan gökkuşağının altından terkisine atladı. Onu arkadan sımsıkı kucakladı, başını sırtına yaslayıp içeri girdi, yüreğinin tam ortasına oturdu. Sonra bütün kapıları kapattı: - Bundan böyle kimse giremez buraya. İstesem ben bile giremem, dedi. İşte şimdi iki bedende bir gönül olmuşlardı. Sonra sitem yüklü sesle fısıldadı: Beni burakıp gidecek miydin yoksa? Bütün bunları diyemedi. Düşündüklerinin hiçbirini yapamadı yine.