2011 yılında Norveç’te gerçekleştirilen ve 77 masum insanın ölümüyle sonuçlanan kanlı terör saldırıları bazı gazeteler ve televizyonlar tarafından ilk anda köktendinci Müslümanlarla ilişkilendirildi. Fakat kısa süre içinde bu saldırıları aşırı sağcı, ırkçı ve beyaz bir Norveçli saldırganın düzenlediği ortaya çıktı. Bu gazeteleri ve televizyonları erkenden böyle hatalı bir yargıda bulunmaya iten neydi? İsviçre, ülkede sadece dört minare bulunmasına rağmen yeni minarelerin inşa edilmesini neden yasakladı? Aşağı Manhattan’da kurulması önerilen bir İslami kültür merkezi ABD’nin dört bir yanında hararetli bir siyasi tartışmanın fitilini neden ve nasıl ateşledi? Yüzyıllardır Yahudileri ve diğer dinsel veya azınlık grupları hedef alan kalıp yargılar ve korkular ile dünyada artan İslamofobi ve yabancı düşmanlığı arasında esaslı bir bağlantı var mı? Çağımızın en önemli kadın filozoflarından bir olan Martha C. Nussbaum, bu gibi gelişmelerin ardında yatan esas nedenin, “en narsistik duygu” diye nitelediği korku olduğunu ortaya koyuyor. Evrim sürecinde hayvanların ve insanların hayatta kalmalarına ve tehlikelerden sakınmalarına yardımcı olagelmiş doğal bir düzenek olan korkunun, insan dünyasında özellikle retorik ve siyaset aracılığıyla nasıl bir kültür haline getirildiğini, 11 Eylül saldırılarından sonra dünyayı etkisi altına alan korku ikliminin ürünü güncel olaylar ve tartışmalar üzerinden ortaya koyuyor. Nussbaum’un engin felsefe, siyaset, tarih ve edebiyat bilgisini sergileyen ve her düzeyde okurun anlayabileceği, açık ve akıcı bir dile sahip bu çalışması, akla uygun korku ile akla uydurulmuş korkuyu özenle birbirinden ayırmamız gerektiğini gösteriyor. Farklılıkları anlamak, ötekine yönelik tahammülsüzlüğü aşmak ve daha dengeli, içleyici toplumlar inşa edebilmek için “duygudaş imgelemimizi” nasıl geliştirebileceğimize ilişkin ipuçları sunuyor.