... ''Sinemacı gelmiş! Sinemacı gelmiş!'' ''Hu, komşu, duydun mu?'' ''Duydum, duydum.'' Asma kilitli, çift kanatlı demir kapı gürültüyle açıldığında, anlardık sinemacının geldiğini. Adını kimse bilmez, sormayı da aklına getirmezdi. 'Sinemacı' derlerdi kısaca. Orta yaşlarda, tıknaz, kalın gözlüklü, kırçıl bıyıklı, alnı çatık kaşlarla kesilen seyrek saçlı bir adamdı. Sevimli bir göbeği vardı tıknazlığına yakışan. Siyah kadife pantolonunu tamamlayan mont tipi bir ceket olurdu üzerinde. Mavi broşunu eksik etmezdi yakasından. Parmaklarına kıstırdığı purosuyla, bir de çok çabuk konuşmasıyla ünlüydü. Gölge gibi gelir giderdi Sinemacı! Başka, kimseyle kıyas edilemeyen bambaşka birine benzerdi. Belki de başka bir gezegenden gelirdi! Kim bilir? Eskilerin söylediğine göre, çayın ötesine birkaç ev kondurulduğunda başlamış onun serüveni. 'Sinema' demiş de başka bir şey dememiş!.. Gele gide yükseltmiş dört koca duvarı. Geldiğinde duvarlarla mı konuşur bilinmez. Belki de hayalleriyle!.. Öyle ya, yok mahallede sinema işletmek intihar gibi bir şey! ...