Büyük buzdolabının önünde genç bir kız duruyordu. Boyu aşağı bir yetmiş beşti, dümdüz mokasenlere rağmen. Açık pembe organzenden elbisesi belden dizkapaklarına kadar konik iniyordu. Bacakları birer şaheserdi. Boyu o kadar uzun olmasına rağmen, ayakları otuz beşten büyük değildi. Kemikleri son derece inceydi. Altın rengi parlak saçlarının ortasında dünyanın en nazik, sevimli çehresi gülümsüyordu; göz, burun, ağız, her şey yerindeydi. İnsan değil, et kemik değil, Seventeen'in kapağından inme bir resimdi ve herkes bu resmi seyrediyordu. Kız ise ince uzun işaret parmağıyla camın arkasından istediği pastaları gösteriyordu. Bir kelime bile Türkçe bilmiyordu. Kovboy filmlerinden yap, okay gibi kelimeler belleyenler, kızın etrafında pürtelaş tercüman kesilmişlerdi. Seventeen'in kapak resmi, istediklerini kolayca aldı, aldanmadan parasını ödedi, ifadesi imkansız bir gülümseyişle, ömründe hiçbir müşteriden bir teşekkür ifadesi duymamış çırağa Thank you. dedi, gidip kaldırımın kenarında bekleyen spor arabaya bindi, arabayı çalıştırdı. Bütün bakışlar onu uğurladı. Ağır sessizlik içinde, birisi mırıldandı. Yeni gelen Amerikalılar... Diplomatın kızı değil mi? Diplomat mı, Marshall teknisyeni mi? NATO albayı imiş dediler.