Bir odadan ötekine geçerken, edebiyatın yarattığı görüntülere doğru yürümek ya da dahil olmak için metinlerin tarihine düşünsel olarak eğilmemiz gerekiyor. Etkilerini bir duygu bildirisi gibi algılıyor olsak da; aslında bütün metinler bizi, ait olduğu dönemin kültür havzasına, dil işçiliğine ve toplumsal tablosuna da yaklaştırıyor. Yeniden okunmayı bekliyorlar bizden, yeniden yorumlanmayı belki de. Parçalar tamamlanmayı, harfler sözcük olmayı... Ya örgüler? Onlar çözülmeyi... “Zihin de öyle; aradığını bulmak için sıçrar,” diyor Şeref Bilsel, Yalnız Edebiyat’ın kapısında. Ama kapıda beklemiyor, kendine mahsus bir söyleyiş biçimiyle gelip masaya oturuyor Bilsel. Önündeki dosyada neler mi var? Türkçenin yolculuğu ve yorgunluğu, kültürlerarası dil manzaraları, mükemmellik arayan deliler, kadim hikâyeler, tercüme bahsinde ismi geçenler, sürgünden dönenler, Tanzimat’tan günümüze romancılar, öykücüler, şairler ve edebiyatın zeminini belirleyen yazınsal dönemler, beslenme kaynakları... Gelenekselden çağdaşa uzanan bu yolculuk, kökü hâlâ canlı kalabilen edebiyat birikimimizin yalnız ama soylu tarihinin belli dönemlerine özenle düşülmüş notlardan oluşuyor. Dünü bugünden okumak ve geleceği tasarlamak için, yeniden... “İnsan bazen kalmak için gitmez mi harflere doğru...”