“...Ve... Veya... Belki...“ Meltem Arıkan’ın yedi kat yerin dibinden haber getiren, son derece ilginç romanı. Bir psikiyatri hastanesinde geçiyor öykü. Ben’i anlatamayan, anlattıklarını da insanların anlamadığı hasta grubunu, psikiyatristler, psikologlar ve hemşirelerden oluşan tedavi ekibi tamamlıyor. Aristo mantığına göre ahkam kesmeye alışmış insanın, akla uygun yaşam birikiminin yetmediği yerler vardır. Bu, hem hasta, hem de tedavi eden uzman için söz konusudur. Klasik mantık bir süre koruyabilir bizi. Ama, sonra?.. Carl Gustav Jung, bu konuda değişik bir açı sunuyor bize: “Kuramlarını iyi öğren, ama yaşayan ruhun mucizesine dokunduğun anda onları bir kenara bırak“. Psikiyatrist Doktor Eylül de öyle yapıyor işte. Meltem Arıkan romanında bir bakıma “normalik“ kavramını da tartışıyor. Çağımızda “normallik“ tanımı konusunda, giderek topluma uyum ölçütünden vazgeçildiğini görüyoruz. Bu durumda normallik-normal dışılık tanımları nasıl yapılmalı? “Olmakta olanlara, olmaması gerekir“ demenin pek anlam taşımadığı bir çağda yaşıyoruz. Ne var ki bin yıldır süren toplumsallaşma süreçlerinin sonucu edindiğimiz sezgisel sağduyu gücü, bizi kaos köprüsünün en tehlikeli ucunda tutabiliyor ve ta derinlerimizdeki gerçek ben ile sahte ben arasındaki boşluğu doldurmaya çalışıyor. “Önce kaos vardı, sonra sessizlik...“ diyor Meltem Arıkan, romanın bitiminde. Vergilius bakın ne diyor: “... Zeytin kütüklerinden dallar kesilir de, dile gelmez bir mucize! Kupkuru kalmış odundan zeytin kökleri biter yeniden! Çok kez de kendi gözlerimizle görmüşüz, bir ağaç bambaşka bir ağaç oluvermiş, hem de zarar görmeden; aşılanmış elma ve armutlar vermiştir, erik dallarında da boncuk kızılcıklar kızarakalmış...“ Meltem Arıkan, yerinde bir bilgi dağarcığı ve usta bir dil aracılığı ile kupkuru kalmış odundan zeytin kökleri yaratanların, yaban meyvelerini eğitip yumuşatanların arasında yer alıyor. Kaos başka türlü kozmosa nasıl dönüşür ki?