Hz. İsa buyurmuştu ki: Gözlerinin önündekini tanı, görmediğin de sana ilham olunacaktır. Gözlerimiz önündeki dünyaya baktığımızda ne görüyoruz? Gördüğümüz ve yaşadığımız dünyayı nasıl yorumlamamız gerekir? Kısaca, insanlara ne oldu? Çağdaş hayat birçok görünüşü itibariyle bir kabusa, kötü bir rüyaya benziyor. Niçin kendimizi içinde yaşadığımız cemiyete yabancı ve garip hissediyor, kalbimizde onulmaz bir gurbet yarasının sızısını duyuyoruz? İnsanoğlunun yeryüzündeki pozisyonu, niçin böylesine bir cinnet ve vahşet manzarasına dönüştü? Televizyonu her açtığımızda, yeryüzünün her tarafından nakledilen ve beynimize üşüşen dehşet sahneleri ve çığlıklar... Ekmek kazanma savaşı içinde kan ter içinde kalan insanlar görüyoruz. Bernard Shaw’ın tabiri ile, Lekeli para kira, faiz ve kârla elde ediliyor ve her kuruşu suça, içkiye, fahişeliğe, yoksulluğun bütün kötü meyvalarına bulaşıyor. Dünyamıza vahşet ve terör hakim oldu, hayatımız kabus gibi... Spengler, Batı’nın Çöküşü isimli kitabında; tarihi çağlara ayırarak yorumlama geleneğinin Kitab-ı Mukaddes’teki Danyal Aleyhisselam’ın kehanetinden kalma çok eski bir gelenek olduğunu söylüyor. Öyle görünüyor ki, Mukaddes Kitaplarda bahsedilen kıyamet öncesi Karanlık Çağ , sanki bu çağdır. Altın Çağ , Gümüş Çağı , Tunç Çağı geçti ve işte nihayet Demir Çağı ndayız. Çağdaş teknolojinin acımasız çelik silahları insanlığı parçalıyor, eziyor. Bir kabusa dönüşen çağdaş tarih rüyasını yorumlamamız gerekiyor. Hz. Danyal’ın, bu dört çağ tasnifiyle, Babil Kralı Nebukadnezar’ın rüyasını yorumladığı gibi bizim de bir tarih yorumuna, yeni bir tarih felsefesine ihtiyacımız var.