Bugün, 19. yüzyılın İstanbul’unda yaşayan ve hayatındaki hiçbir şeyi asla değiştirmeyen bir dede; eskinin solcusu, şimdinin liberali veya aynı anda bütün ideolojilerin temsilcisi olan bir oğul; yirmi dört yaşında, hissettiklerini bir yağlıboya tabloya döktüğünde ortaya sadece simsiyah resimler çıkaran bir torun... Yıllar geçtikçe değişen şehir yaşamı, aynı ailenin erkeklerinin hayatlarını nasıl değiştirir? Onlar, kendi hikâyelerini, hayatlarını yansıtan kendi mekânlarında yaşıyor; zamanın asla dokunamadığı kapalı bir hayattan, zamanın bütün insanların hayatına hükmettiği bir devre, oradan da zamanın uykudaki kadar belirsiz ve ölçülemez olduğu bir ana varıyorlar Uyku Şehir’de. İstanbul’un üç farklı mekânında, üç kuşaktan, birbirine değmeden yaşayan üç erkeğin iç içe geçen öyküleri; bugünün, geçmişi ve dünü aynı zamanda nasıl sarabildiğini gösteriyor. Behiç Ak, kendi dönemlerinin koşullarında şekillenen üç sıradışı hayatı, şehrin üç farklı mekânıyla özdeşleştirerek birbirine bağlıyor.