O sırada herhalde on sekiz ya da on dokuz yaşımdaydım. Biraz dalgın görünen Tahir’e ne düşündüğünü sormuştum ve o da bir parça durakladıktan sonra insan puştluğunun dipsiz derinliğini düşündüğünü söylemişti. Tikko’nun Alevî kökenli olmayan pek az üyesinden biriydi Tahir ve örgüt bölündüğü sıralarda iyice bunalarak ayrılmıştı. Yurtdışına çıkamamıştı, zaten çıkabilmiş olan birkaç arkadaşına da hemen musallat olup “özeleştiri” vermelerini falan istiyorlardı. Tahir’in insan puştluğunun dipsiz derinliğine ilişkin tecrübeleri erken yaşta babasını kaybetmiş yoksul bir muhacir çocuğunun sıkıntılarıyla üçüncü sınıf bir solculuğun maceralarını birleştirerek konuşmakta olduğumuz o güne doğru uzanıyordu. Her halükârda, benim gözümde fazla anlamlı görünmüyorlardı. Gülümseyerek şimdi düşündüğümdeyse hiç gülümsememiş olmayı diliyorum düşünecek daha önemli şeyler olduğunu ve bu açık olguyla zaman yitirmemek gerektiğini söylemiştim. İnsan kötülüğü konusu da, tıpkı o kadar ağız yoran kadın ruhu konusu ya da benzeri başka birçok konu gibi, sürekli üzerinde durulmasını küçümsediğim konulardandı. Bana kalırsa bir anlamı, derinliği ve yoğunluğu olan konular avama ve onların avamîalemine ilişkin böyle bayağı meselelerin çok ilerisinde, ancak bu çok basit ve gereksiz yüzeyin ötesinde başlıyordu.

Benzer Kitaplar