Pir-i Türkistan Ahmed Yesevi edebi ve tarihsel şahsiyeti kadar, fikri ve menkıbevi şahsiyetiyle de Orta Asya'dan Anadolu ve Balkanlar'a kadar büyük bir coğrafyayı öğretisiyle etkilemiş ulu bir mürşittir. Onun Orta Asya'da yeşerttiği ağacın dalları Anadolu sahasına kadar uzanmış ve belki de en güzel meyvelerini burada vermiştir. Anadolu topraklarındaki, başta Yünus Emre olmak üzere Eşrefoğlu Rümi, Seyyid Nesimi, Ümmi Sinan, Niyazi-i Mısri gibi erenler; Karacaoğlan, Sümmani, Pir Sultan, Dadaloğlu ve Veysel gibi aşıklar onun meşalesini taşıyan, manevi öğrencileridir adeta. Yunus Emre Anadolu'nun en zorlu dönemlerinden biri olan 13. yüzyılda yaşamış, yaralı ruhlara şifa olan, "arananı" bulan ve bulduran Yunus Emre... Yunus Emre, yeni Müslüman olmuş Anadolu insanına İslam'ı en ince noktalarına kadar öğretmeyi amaç edinmiş ve bunu yaparken de tasavvufun tüm yollarını ve gönül dilinin tüm imkanlarını sonuna kadar kullanmıştır. Ömrünü insanlara Hakkı anlatmaya adayan Yunus, içerik olarak kuşatıcı, üslup olarak sevdirici ve dil olarak gayet anlaşılabilir şiirler söylemiş ve bu sayede Türkçe'nin din, şiir ve edebiyat dili olmasında başat rol oynamıştır. Niyazı-i Mısri Niyâzî-i Mısrî kendinden öncekilerin yürüdüğü yolda kendi meşrebince yürüyen bir derviş; Yunus ile çağdaş olmasa da onunla hemhâl olan bir şahsiyet. Hakikate ermek için çıktığı yol onu irfan mektebine talebe yapmış; zahirde aradığını batında bulmuş ve batın ilminin alimi olmuştu. Mürşitlik ettiği yol “Ene’l Hak” yoludur, işaret ettiği sır “Levlâke” sırrıdır ve der ki “Gönül Allah’ın evidir”. Dört kapı kırk makamdaki seyri sülûkunda amacı kesretten kurtulup vahdete ermek olan Niyâzî, mârifetullahı, vahdeti, ilâhî aşkı, tasavvuf yolunun adap ve erkânını külfetsiz bir Türkçe ile söylemiştir. Niyâzî-i Mısrî bu topraklarda yeşeren irfani bilgiyi dönemine has olmakla birlikte, bugün de anlaşılabilecek bir Türkçe ile nazma dökmüş, Orta Asya’da Ahmed-i Yesevî ile başlayan ve Anadolu’da pek çok önemli şahıs ile müstesna bir mevki kazanan Türk tasavvuf edebiyatında unutulmaz bir isim olarak yerini almıştır. Erzurumlu Emrah Dil insanın sığınağıdır. Var olanı aşma tutkusunun esiri olan her kalp, hürriyeti onun bağrında arar. Kalbe ağır geleni kelimeler taşır. İnsana konuşmayı öğreten, onun engin bir umman olan kalbinin ortasına dil denen mucizeyi bir rahmet ve selâmet adası olarak bırakıvermiştir. Dili arayan, kendini bulur. İşte, Emrah’ın bütün bir hayatı ve şahsiyeti, şiirinde âdeta bir ırmak gibi akar ve bu ırmağa suyunu veren, onun kaynağını bağrında saklayan yüce dağ ise, Türkçedir. Türkçenin asır be asır işlenen toprağında, en nadide çiçeklerden biridir Emrah. Lisan zevki namına bize ait olan ne varsa önce gönlünde sonra dilinde mezcetmiş ve Türkçeyi Erzurum’dan başlayarak bir bayrak gibi il il dalgalandırmıştır.