Süleyman Çelebi ve Mevlid Türk şiirinin, kendisinden sonra gelen metinleri içerik, biçim ve duygu yönünden en fazla etkileyen kurucu metinlerinden birisi, Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n-Necâtı’dır. Halk arasında Mevlid adıyla da anılan bu eser, Osmanlı Devleti’nin en sancılı dönemlerinden birinde, Fetret Dönemi’nde yazılmıştır. Fetret Dönemi’nde dağılan zihinleri Peygamber sevgisi etrafında yeniden derleyip toparlayan bu metin, altı yüz yıldır Türk dili ve kültürünün ulaştığı her coğrafyada güncelliğini korumakta, çeşitli vesilelerle hâlâ okunmaktadır. Mevlid, “derleyip toparlayıcı” bir metin olmanın yanında, bir şiir geleneğinin de inşasına vesile olmuştur. Onu okuyan pek çok şair etkilenmiş, bir benzerini yahut aynı konuda yeni bir eser yazmak için çalışmıştır. Böylece Türk edebiyatında “mevlid türü” diye müstakil bir tür oluşmuştur. Bu tür içerisinde yüzlerce eser yazılmış ancak hiçbiri Süleyman Çelebi’nin eseri gibi geniş kitlelere yayılma ve başka eserlere ilham verme imkanını sahip olamamıştır. Kuloğlu Mustafa Türk milleti, İslâm’ı yiğitlik ve kahramanlıkla mezcederek kendine has bir dini yaşama anlayışı ortaya koymuştur. Bu anlayışla beraber halkın mefkûresinden bir “gazi alperen” tipi doğmuş ve bu tip Türk Halk Edebiyatı çerçevesinde üretilen eserlerde, özellikle koçaklama türünde yoğunlukla işlenen bir tema olmuştur. Kuloğlu Mustafa da şiirleriyle içinde yaşadığı milletin değerlerini en iyi şekilde yansıtan halk ozanlarından birisi olarak, koçaklamalarında bu “gazi alperen” tipini ustaca işlemiştir. Onun şiirlerinin en belirgin özellikleri levendâne söyleyişe, gözü pek bir edaya ve irfanî bir arayışa sahip olmasıdır. Kuloğlu Mustafa’nın şiirlerinde Türk milletinin İslâmî ve insanî değerleri tüm şeffaflığıyla görülmektedir. Sevgiden nefrete; cengâverlikten yakarışa kaynağını halktan alan her tür duygu ve durum onun koşmalarında en samimi şekliyle yer almaktadır. Erzurumlu Bİlge İmam Muhammed Lutfi Efendi Muhammed Lutfî Efendi, namıdiğer Alvarlı Efe, doğduğu, yaşadığı ve eserler verdiği şehir Erzurum’un ilmî, ahlakî ve edebî geleneğine önemli ölçüde tesir etmiş bir gönül eridir. O hem Alvar Köyü’nü ilim, irfan ve sanat merkezin dönüştürüp burada geleneksel esaslara bağlı kalarak öğrenci yetiştiren bir müderris; hem halkı irşat ederek gönüller fetheden bir mürşit, hem de unutulmaya mahkûm edilen şiir dilini ihya eden bir hakikat şairidir. Müderris, mürşit ve air olmasının yanı sıra Alvarlı Efe bir yanıyla da halkına önder bir imamdır. İşgal ve zulümle dolu zamanlarda kurduğu müfreze ile düşmana karşı en ön saflarda mücadele etmiştir. Muhammed Lutfî Efendi, imamlık makamının ilmi, irfanı ve vatanperverliğiyle hakkını vermiş, Peygamber mirası bu makamı şâd etmesi nedeniyle de ruhlarda ve zihinlerde derin izler bırakmıştır. Sivasilerin Piri Şemseddin Sivasi Tasavvuf tarihindeki meşhûr ve maruf Şems’lerin üçüncüsü… Şemseddin Sivâsî, XVI. yüzyılın önemli âlim ve ârif zâtlarından, manzum ve mensur yapıda pek çok eserin sahibi velûd bir müellifimiz ve aynı zamanda Halvetiyye tarikatının Şemsiyye kolunu tesis eden kurucu bir mutasavvıfımızdır. Ömrünü Hakk’ın rızası için halka adayan, kalemiyle, vaaz ve nasihatleriyle halka manevi önderlik eden kâmil bir mürşittir. O, senelerce Sivas Meydan Camii’nden verdiği vaazlarla Sivas’ı bir güneş gibi aydınlatan, örnek yaşantısı ve bıraktığı eserlerle ışığı baki olan bir zat-ı şerifti. Şemseddin Sivasî, her daim eserlerinde ve vaazlarında aldatıcı dünya nimetlerine ve nefsin oyunlarına karşı ikazlarda bulundu ve etrafındakileri tevhide çağrıcı oldu. O, kendisi de bir pervane olarak, şiirleriyle canları Şem’in etrafında dönmeye ve nefisleri hakikat ateşinde kül etmeye çağırdı.