XVIII. asrın başlarında zaaf gösteren Osmanlı İmparatorluğu, dışta Büyük Devletler’in paylaşma ve parçalama planlarına sahne olmuş, içte ise çeşitli unsurlardan kaynaklanan “milli devlet” esasına göre parçalanma sürecine girmiştir. XVIII. asrın sonlarında ortaya çıkan bu süreç, XIX. asırda iyice hızlanmış, XX. asrın ilk çeyreğinde Osmanlı Devleti ortadan kalkmıştır. Başını Çarlık Rusyası’nın çektiği Büyük Devletler ilk olarak yayılmacılık ve sömürgecilik emelleri ile Osmanlı toprakları üzerinde genişleme ve yerleşme siyaseti uygulamış, ardından İngiltere, Fransa ve İtalya devreye girerek, en uç sınır noktalarından kademe kademe “merkez”e doğru işgal ve nüfuz alanlarını genişletmiştir. Zikrettiğimiz bu odaklar, son tutamağımız Anadolu’da bile, bize “hayat ve bağımsızlık hakkı” tanınmamak için içeriden ve dışarıdan akla hayale gelmedik çalışmalar yapmıştır. Ancak vefakâr ve cesur Türk milleti tüm bu saldırılar karşısında yılmamış, İstiklâl Savşı’nda giriştiği bağımsızlık mücadelesini kazanarak anavatan Anadolu’da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurmuştur. Milletimizin “dünyanın en stratejik bölgesi” olan, üç kıtanın düğümlendiği coğrafyayı yurt edinmiş olması, topraklarımızda yaşanan huzursuzlukların ilk ve en önemli kaynağıdır. Sultan II. Abdülhamid’in, “Atalarımız, çadırlarını Avrupa sırtlanlarının geçit alanına kurmuşlar. Bu sebeple bizi rahat bırakmıyorlar.” sözünde de ifade ettiği gibi milletimiz “stratejik önemin nimetlerini ve külfetleri”ni yaşamıştır ve bugün de yaşamaya devam etmektedir.

Benzer Kitaplar