Bu çalışma günümüz toplumlarının en önemli yönünü oluşturan tüketim olgusuna odaklanmaktadır. Küreselleşme süreciyle beraber sermayenin siyaseten ayrılması, tüketim odaklı yeni bir dünya düzeninin kurulmasını sağlamakla kalmamış, aynı zamanda bireyin varoluşsal kaygılarını ve kimlik temelli taleplerini tüketim aracılığıyla giderdiği yeni bir dönemin kapılarını da aralamıştır. Bu dönemin en ayırıcı özelliği, toplumların her geçen gün daha fazla tüketime yönelmeleridir. Zira günümüz tüketim merkezli yaşam biçimine hayat veren kapitalist sistem, sahte ihtiyaçlar yaratmak suretiyle aşırı savurganlığı ve tüketimciliği özendirmeye, tüketim ediminin kendisini toplumsal bir ayrıcalık ve prestij konusu yaparak onu adeta kutsallaştırmaya çalışmaktadır. Ultra kapitalizmin, tüketimin yaygınlaşmasıyla sınıfsal çatışmaların azalacağı ve herkesin mutlu olacağı savının ise artık hiçbir değeri kalmamıştır. Aksine, tüketim toplumunda; sınıfsal farklılıklar ve ayrıcalıklar gittikçe artmakta, insani ilişkiler yerini nesnelerle kurulan ilişkilere bırakmakta, gerçek ihtiyaçlarla sahte ihtiyaçlar karışmakta, toplumsal ve dini değerler metalaşmakta ve insanlar sürekli bir tüketim döngüsü içinde dolaştırılmaktadır.