Anlaşılan tüketim kültürü ve din ilişkisi diyalektik bir karakter sergilemekte; bir taraftan Luckmanncı anlamda sekülerleşmeyle bağlantılı “görünmeyen din”e bir yönelimi gündeme getirdiği gibi, bir yandan da dindarlığın “görünürlük” kazandığı bir sürecin göstergesi olmaktadır.