Bugün insanlık aleminin büyük zorluklardan geçtiği bir vakadır. İnsanlığın maruz kaldığı bu zorluklar aklı eren ve insanlığa şefkat, merhamet ve adil duygusu olan bireyleri üzmekte ve düşündürmektedir. İnsanlar asında sevgisizlik, güvensizlik, kin, haset, nefret ve düşmanlıklar; bunları alevlendiren sözler, görüntüler, davranışlar ve icraatlar her zaman gözlemlenmektedir. Bu işlemler insanlığın ızdırabını daha da artırmakta, zorlukları aşılması güç bir duruma getirmektedir. Bu durumun düşündürücü bir yanı da fertler, toplumlar hatta devletler ve milletlerin hemen hepsi bu acı ve ızdıraplardan kurtulamadıklarını müşahade etmektedirler (gözlemlemektedirler). Neden böyle? Çünkü insan özel niteliklerinden (Yaratılmışların en şereflisi olmaktan) uzaklaştığı, hayvani nitelikler kendisinde ağır bastığı taktirde fıtratından (sorumluluk ve sınırlılığından) uzaklaşıyor. “Ahseni takvim” mertebesinden, “esfel-i safili” ne (en güzel özelliklerden, en aşağıya) düşebiliyor. Böyle olunca da; vaktiyle dünyaya nizamat “emirler” vermiş bir dinin mensupları, bugün, gayri müslim dünyanın adeta mahkumu olmuş, bu durumdan nasıl çıkılabileceği arayışı ve sorgulamasında dahi değiller. O halde milyarları geçen bir nüfusa sahip İslam aleminin, ortaya koyduğu dağınıklık, perişanlık, acımasızlık, vurdumduymazlık ve fark edememezlikten kurtulup dünyaya kendisini tekrar kabul ettirebilmesi; ilim, akıl, amel, iman ve irfan sahibi olmaktan başka bir yolla mümkün değildir. Fakat günü kurtarmaktan başka düşüncesi olmayanlarla değişimin ve dönüşümün olması beklenemez, elbet.! “Siz ey görünmez ve görünür varlık! Eğer göklerin ve yerin sınırlarını geçebiliyorsanız, durmayın haydi geçin! Bunu (Allah’ın bahşettiği) çok özel bir güç sayesinde yapabilirsiniz ancak.” (Rahman, 55/33)İnanmış insan, dünya işlerini son derece ciddiye alır, ibadeti önceleyerek dünyevi faaliyeti bir yana itemez. Dünya servet, biz mirasçılarıyız. Mirastan oldukça faydalanmalıyız.