Geçmişe yönelik kronik bir bağımlılık içerisindeyiz. Geçmişten nasıl yararlanabileceğimizi bilmiyoruz. Bu bağımlılık hepimizi zihinsel olarak muhafazakâr fosillere dönüştürüyor. Statükocu bunaklıklar sebebiyle siyasal bilinçten arındırılmış bir din algısı kitleselleştirilmiş ve kurumsallaştırılmıştır. İnşa edici, onarıcı, yenileyici bir nostalji yerine; özlemden, duygusallıktan ibaret bir nostalji, bugünle, şimdiyle ilişki kurmamızı zorlaştırıyor. Romantik, düşsel saçmalıklar dini duyarlığın vazgeçilemez bir parçası hâline geliyor. Edebiyat hayatımız, toplumsal sorumluluk, direniş ve muhalefet sorumluluğu almadığı için edebi bir kuraklıkla karşı karşıyayız. Dinî hayatımız ayrıntılara, yüzeylere, biçimlere boğulduğu için hayatî konuları tartışmıyor, konuşmuyoruz. Anmak, dilemektir, istemektir, özlemektir. Hakk’ın dilediğini dilemek, Hakk’ın istediğini istemek, Hakk’ın özlediğini özlemektir.