Bütün o ağır zamanlarda, iç-avluya bakan pencereleri önünde otururken, gizlice İstanbul'a dönmeyi, o zamanlar babanın canlı varlığının doldurduğu bu evde, sana ait olan arka odada yaşamayı, kent ne denli yıkıma uğramış olursa olsun, onun bağrına sığınmayı, seslerini duymayı, kokularını almayı, orada, orada kalmayı düşlüyordun. Yıllarının elinden alınmış olması değil, böyle derin özlemdi seni yıkan... Buralardasın işte. Dönüp dolaşıp aynı yerlere geliyorsun. Bütün gezintiler, yolculuklar, başka kentlere bıraktığın yaşam parçaları, hepsi, hepsi aynı yere açılıyor. Bütün yolculuklar aynı yere varıyor. Bütün bu yolculuklar, seni hep aynı yere getiriyor. Bu Visby kentinde bulunmuş labirentte olduğu gibi, dolaşıyorsun aynı yere varıyorsun. Ufkun uzakta olduğu, kuşların denizin üzerinde, havada, dönüp durdukları, bu sessiz, serin iklimlere. Yitirilmiş bir kent, romanın kahramanına, yitirmiş olduğu her şeyi anımsatıyor. Bulunduğu her kent, ona gençliğini bıraktığı, ait olduğu kenti hatırlatıyor, eski bir sevgiliyle paylaştığı kısa yolculukta. Yaşam bir metafora dönüşüyor. Aşklar da yitiyor. Demir Özlü şiirsel bir dille içsel bir yolculuğu anlatıyor.