Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılı, kendi tarihsel, toplumsal ve siyasal dinamikleriyle Batı dünyasının toplumsal, siyasal ve edebi modernliğinin etkileşimiyle biçimlenen benzersiz bir dönemdi. Bu dönemde, Osmanlı tebaası farklı milletler kâh kendi dillerinde, kâh farklı alfabelerle ama Türkçe olarak, yeni edebi türlerde eserler vermeye başladı –bir başka deyişle yeni edebiyatlar oluşturdular. Yine bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu’ndan koparak kurulan ulus devletler, söz konusu edebiyatlardan kendi dillerine ait olanları, modern ulusal edebiyatlarının tamamen kendine özgü başlangıçları olarak kabul ettiler. Bu bakış, aynı ortamda doğarak gelişmiş edebiyatların bütünlüğünün ve dinamizminin göz ardı edilmesine yol açtı. Örneğin Türkiye’de, Tanzimat edebiyatı deyince, sadece Osmanlı Türkçesinin Arap harfleriyle yazılmış örneklerinden oluşan bir külliyatın hatırlandığı –değil başka dillerin, Karamanlıca ya da Ermeni Harfli Türkçe örneklerin bile bu edebiyatın bir parçası olarak görülmediği– bir tür “ulusal edebiyat” anlayışı hâkim oldu. Benzer anlayışlar Osmanlı toprakları üzerinde kurulmuş diğer ülkelerde de benimsendi. Bunun sonucu olarak dönemin edebi ortamındaki ortak yapılar göz ardı edildi ve Osmanlı dönemindeki bu edebiyatların bir bütün olarak algılanması imkânının önü tıkandı.