İşte bugün de hapishaneye girmiş bulunmaktayım. Bana, bize ait bir geleceği düşünerek özgür olmaya çalıştığım bu hapishanede... Hepimizin özgürlüğünü düşünerek... Elbette bu ortak özgürlük çerçevesinde, hapishanenin yıkılması gerekecek. Yeniden yoldaşlarıyla buluşma gücünü kendinde bulmak için dönenlerin ve bir dönüşüm projesi çerçevesinde toplumu bir araya getirme amacıyla belli bir süreklilik içerisinde kafa yoranların, bir daha asla arzularıyla aralarına bu korkunç hapishane cehennemi dikilmesin diye... Yaşam, onu inşa etmediğimiz sürece; yaşamın seyri özgürce kavranmadıkça bir hapishanedir. Hapishanede de pekala hapishanenin dışında olduğumuz kadar özgür olabiliriz. Yaşam, en azından işçilerin yaşamı, özgürlük anlamına gelmediği gibi, hapishane de özgürlükten yoksun olmak anlamına gelmiyor. Postmodern çağda, maddi ve maddi olmayan emeğin artık karşıtlık içerisinde olmadığı ölçüde, peygamber, yani entelektüel figürünün aşıldığına inanıyorum çünkü bu figür, üzerine düşeni tamamen yerine getirmiştir; işte böylesi bir anda militanlık esas rolü üstlenmektedir. Yüzyılın başında doğuya doğru trene atlayıp geçtikleri her garda bir hücre, bir mücadele hücresi kurmak üzere duraklayan Amerikalı sendikacılar gibi insanlara ihtiyacımız var. Bu yolculuğun her bir aşamasında, bu sendikacılar kendi mücadelelerini, arzularını, kendi ütopyalarını anlatmayı başardılar. Ancak bir yandan da aziz François d'Assise gibi, yani gerçek anlamda yoksul olmamız gerekiyor: yoksul olmamız gerekiyor çünkü ancak yalnızlığın bu aşamasında bugünün sömürü paradigmasını kavrayabilir; bunun özüne erebiliriz.