Elinizdeki çalışma; tarihin, dilin, edebiyatın, teolojinin, sosyolojinin, pisikolojinin, felsefenin ve hukukun kesiştiği bir yerde insanlığın en eski cezalarından biri olan sürgün’ü adı geçen farklı disiplinlerin yardımıyla anlamaya çalışıyor. Yirmi birinci yüzyılın insan merkezli tüm sorunlarının başına kaydedebileceğimiz ‘göç’ ve insanî yer değiştirmenin her türü, yeni medya ve iletişim araçları vasıtasıyla dünyanın her yerinde aynı anda takip edilebilir bir dizi filmin parçalarını andırıyor. Bu bağlamda ‘sürgün’, ‘göç’, ‘göçmen’, ‘mülteci’, ‘sığınmacı’, ‘yerinden edilme’, ‘diaspora’ gibi kavramlar, sadece sözcüğü üzerinde taşıyan, onu yaşayan sahipleri tarafından değil, filmin düzenli izleyicileri -ki bunlar her an kendilerinin de bu sözcüklerin anlamına dâhil olabileceklerinin farkındalar- tarafından soğukkanlılıkla takip ediliyorlar. Savaşlar, darbeler, afetler, siyasi bulanıklıklar, ırk, din, mezhep merkezli ayrımcılıklar, ekonomik tükenmişlik, açlık, sınırlı enerji problemi vs., var oldukça, insanlığın en eski ve çoğu zaman acı veren bu eyleminin ortadan kalkmayacağını biliyoruz. Büyük oranda ‘göç’ ile anılan, hatta karıştırılan ‘sürgün’ ise kadim cezalardan biri sıfatıyla hâlâ insanoğluna güç karşısında baş eğmeyişin bedeli olarak takdim ediliyor. Bilmem farkında mısınız, ben bir sürgünüm. Ve sen, sürgün’den uzak değilsin…