“Sokakta topladığımız paralarla yaşamaya çalışıyorduk ama sokak müziği bizim için paradan fazlasını ifade ediyordu. Yaşadığımız tüm sıkıntı ve olumsuzluklar bir yana, sokakta müzik yaparken aldığımız keyfi ve hissettiğimiz güzel duyguları yazıya dökebilmem mümkün değil. Sokak müzisyenliği çaresizlik değildir, bir duruştur. Sokakta insanlarla iletişim kurmanızı engelleyen hiçbir şey yoktur. Sokak, insanlarla hemhal olmayı öğretir. (…) Yaşamadığımız hayatın sanatı olmaz...” Sedat Anar’ın Urfa-Halfeti’de çobanlık yaparken cura çalarak başlayan müzisyenlik macerası üniversite öğrencisi olarak geldiği Ankara’da karnını doyurabilmek için sokaklarda darbuka, gitar, cura çalarak, sonra santura geçerek devam ediyor… Santurun peşinde İran’a gidip üstatlarından öğrenerek yol alıyor… “Resmî” konserlere, festivallere albümlere varıyor. Bugün Sedat Anar, ülkenin saygın, usta müzisyenlerinden biri. Ama o, en az konserler kadar, dost meclislerinde, meşklerde ve yine sokakta çalmakta buluyor zevki. Çünkü “Sanatın eliti yoktur,” diyor: “Sanat, her şeyiyle dünyayı daha iyi bir yer kılma çabasıdır.” Santur mızrabına adeta silah muamelesi yapan zabıtalar… Önlerine dökülen bozukluklar… Santur, gitar, bendirle Âşık Veysel türküleri seslendirirken başlarına dikilip “Ölürüm Türkiyem” çalmalarını isteyen bıçkın bir engelli… Türlü çeşit insanlar… Sokak ve müzik kadar canlı ve sürprizli, sıcacık bir sokak ve müzik hikâyesi.

Benzer Kitaplar