Berlin ve İstanbul arasında puslu bir yolculuk… Yolculuk boyunca her iki şehrin esrarlı havasını derinden duyumsatan caddeler, sokaklar, manzaralar… Katman katman bir muamma… Tam düğüm çözüldü derken ortaya çıkıveren başka bir bilmece… Lübnanlı nerede? Suzan hemşire kim? Her yeri dinleyen, her yeri gören, her şeyi bilen o mistik güç neyin nesi? Adımlarımızı takip edip her seferinde bize birtakım yollar açarken birtakım yolları kapayan o kudretli el?… Levent Bakaç’ın usta kaleminden dökülen cümlelerin yarattığı cerbezeyle katmerli bir bilmeceyi ilmek ilmek dokuyan, her dönemeçte şaşırtmacalarla soluklanan “değişik” bir polisiye… “Bir adım geriledim ve etrafıma baktım. Sahil boyunca uzanan geniş yürüme yolunda hiç kimse yoktu. Beni delik deşik etse kimsenin ruhu bile duymazdı. Birdenbire ölümle burun buruna gelmeme rağmen oldukça sakindim. Paketimin içinde kalan son sigarayı yaktım ve ‘Demek sen de Lübnanlının adamısın’ dedim.”