Sabah güneşi Amerikan Büyükelçiliği’nin kuzeye bakan geniş pencerelerinden içeri süzülerek yerdeki bordro renkli makine halısının üzerinde hâreler yaratıyordu. Kocaman odada derin bir sessizlik hüküm sürüyordu; tek işitilen ses klima cihazının belli belirsiz monoton uğultusuydu.CIA’nın Irak bölgesi en üst düzey yetkilisi Michael Edward, odanın serinliğine rağmen alnında beliren ter damlalarını silmeye çalışarak, karşısında oturan ve kahredici nazarlarla kendini süzen Harry Morgan’ın bakışlarından kurtulmaya çalışıyordu. İnce metal çerçeveli gözlüğünü burnunun üzerine doğru iten Harry Morgan, buz gibi bir ses tonuyla sorusunu tekrarladı. “Demek MİT ajanı yaşıyor, öyle mi?” Edward bu soruya zaten cevap vermişti, ama Dış Operasyonlar Daire Başkanı sanki kendisine ıstırap vermek istercesine suali yinelemişti. “Üzgünüm efendim, fakat maalesef yaşıyor.”