Tıpkı romantizmin ve ardından sürrealizmin yapmaya çalıştığı gibi, Tolkien de, büyüsü bozulan bir dünyayı yeni bir mit aracılığıyla yeniden büyülemek istemiştir. Schlegel’in deyimiyle hayal gücünün o güzel düzensizliğini devreye sokarak Tolkien, kapitalist modernleşmenin doğurduğu hesapçı zihniyetle, doğayı bir nesne olarak kavrayan anlayışla, teknolojik ilerlemenin fetişleştirilmesiyle hesaplaşmıştır. Fakat, eserinin merkezinde yatan ve geçmişin Altın Çağı’nı özlemle anan romantik dünya görüşünün ardında trajik bir bakış da sezilebilir. Sınai uygarlığın yıkıcı sonuçlarında insanlığın sınırlarını gören bu bakışta umuda yer yoktur. Birinci Dünya Savaşı’nın, Auschwitz’in ve Hiroşima’nın başlıca duraklarını oluşturduğu modern barbarlık çağını kötümserlikle karşılar Tolkien. Kefaret beklentisi, kurtarıcının gökten ineceği uzak bir geleceğe yönelmiştir. Fakat İngiliz profesörün çaresiz bekleyişi sırasında kaleme aldığı ünlü eseri, kötümserliklerini iyimser bir iradeyle bileştiren 60’lı yılların isyankâr gençliği için bir esin kaynağı haline gelecektir. Hayal gücü iktidara ve Gerçekçi ol, imkânsızı iste sloganlarının arasında Frodo yaşıyor , Cumhurbaşkanı adayımız Gandalf ve Orta Dünya’ya Hoşgeldiniz sesleri de yükselir. Muhafazakâr ve dindar bir İngiliz’in fantastik metninin, tüketim toplumuna ve savaşa meydan okuyan bir kuşağın kitaplığında, Tek Boyutlu İnsan ile Eros ve Uygarlık’ın yanında yerini almasını nasıl açıklayabiliriz? Onlar, Minima Moralia’nın öğütlediği gibi Batı uygarlığına karşı yöneltilmiş tutucu savları eleştirel aklın hizmetine sunmuşlardır.