Keskin gözlü bir gemi kaptanı gibi dimdik durup ufka sabitleyince gözlerini, ona kavuşmaktan başka yol kalmıyor gemiye. En azgın dalgaları aşıp ilerliyorsun sonra, tek düşündüğün sevdiğin. İnsan sevince her şey bambaşka oluyor. Gençlik yıllarımda en büyük hayalim gazeteci olmaktı. Bir gün isteğim yerine geldi, bir tatlı meltem gelip beni aldı, götürdü… Bir an için kafasını kaldırıp bana baktığını fark ettiğimde adamın yemyeşil gözleriyle karşılaştım. Tanımadığım biriydi, daha önce hiç görmediğim kadar güzel gözleri vardı ve hiç beklemediğim bir anda çıkmıştı karşıma. Kendimi bulutların üzerinde gibi hissediyordum, o kısacık an öylesine uzun gelmişti ki bana, gözlerimi ayıramıyordum. İçinde kaybolup gittiğim o yeşil gözlere bakarken hissettiklerim gerçek olamayacak kadar güzeldi. Gözlerinden çıkan yeşil bir ışık gelip beni sarmalıyor, havaya kaldırıyor, alıp ona götürüyordu. Ya da bana öyle geliyordu, bilmiyorum ama beni çok etkilediği kesindi. Daha şaşkınlığımı üzerimden atamamıştım ki bana doğru eğilerek, “Günaydın” dedi. Nefesim kesilecek gibi oldu, kalbim çok hızlı atıyordu. O an hissettiklerimi, heyecanımı anlayacak diye çok korkuyor ama yine de kendime gelemiyordum. Çekinerek, “Günaydın” diye karşılık vererek elimde kalan fotoğraf makinemi nihayet boynuma geçirebildim. Adam merdivenlerden çıkmaya devam ederken ben de gazeteden dışarı çıkıyordum ama aklım onda takılıp kalmıştı, “Acaba kimdi? Ben niye görmemiştim?” Yemyeşil gözlü, uzun boylu, oldukça yakışıklıydı. Elvis Presley, Göksel Arsoy yoksa Tanju Okan’a mı benziyordu? Ya da hepsinin karışımı mıydı bu adam, bilmiyordum. Çarpılmıştım işte...