Kasvetin, acının ve ölümün Türkiye’nin üzerine karabasan gibi çöktüğü bir dönemi anlatıyor Segâh Makamı. 12 Eylül darbesinin sol-sosyalist hareketleri tasfiye ettiği, devrimci umutların yerini hayal kırıklıklarına bıraktığı bir dönemden sonrasını anlatıyor roman: Hayatta kalanların, yaralarla incinip kırılanların dönemi. Ama bir “yenilgi” romanı değil Segâh Makamı. Kaybolan umutları yeniden diriltmek için “her şeye rağmen” mücadelede ısrar etmek, toparlanmak, kımıldamak için harcanan çabanın erdemine işaret ediliyor akıp giden sayfalarda. Mücadelenin yaşanan yığınla acıya rağmen sürdürülmesi, ama nasıl? Okura “aşk” cevabını veriyor roman. Ölümün ve acının panzehiri olan “aşk,” Segâh Makamı’nda bilinen tarzlardan farklı olarak işleniyor ama: Yaraya deva, arzuya istikamet, tene can, hayata anlam, ekmeğe katık, ruha nefes olan, mücadeleye yakıt olan aşk. Bu dünyadan geçip giden devrimcilerin kentlerin kuytularında, kalabalık caddelerinde, hapishanelerinde, eylem alanlarında, gecekondu mahallelerindeki trajedileri aşkın suyunda yakınarak resmediliyor. Büyük heyecanlar büyük sevdalarla birlikte yol alıyor. Aşkın imkânsızlığına imkânlar aranıyor, vuslat anları bambaşka anlamlarla değer kazanıyor. Yenilgi tohumlarını aşmanın, hayat ve devrim ısrarında “kalınan yerden başlamanın” umudu işleniyor. Yeniden başlamanın sancılı hazzı, Segâh Makamı’nın narin dokusunu oluşturuyor...

Benzer Kitaplar