Uçak seyahatlerinde hep aynı şeyi düşünürüm. Tıpkı, uçağın içinde aşağıya doğru yeryüzüne bakar gibi Tanrı’nın da bizi seyrettiğini. Ufacıksınızdır adeta bir oyuncak misali onun gözünde. Uçak seyahatinde bir gün, aşağıya doğru Tanrı gibi baktığımı düşündüm. Her şey kusursuz bir minyatür yapılardan oluşmuş. Oyuncaktı sanki. Diğer taraftan kendimi dua ederken düşleyen ben, insanoğlunun ne kadar saçma sapan işler peşinde koşturduğunu gördüm. Gördüm diyorum çünkü buradaki bakış açınızla evrenle bir olduğunuzu daha iyi kavrıyorsunuz. O zaman insanların dağlar gibi şişip kabaran egoları, kıskançlık ve ihtirasları o kadar boş, o kadar gereksiz geliyor ki üç bin beş yüz fitten bakılınca. Bu kadar yükseğe çıkınca, yeryüzünün, gökyüzünün, toprağın hatta evrenin bile insanoğluyla bir bütün olduğunu kanıtlıyor sanki Tanrı size. Anlıyorsunuz ki o an uzayda, evrende ya da herhangi bir yerdeki canlı varlıktan farkınız yok. Bizi tüm hücresel varlıklardan ayıran tek şey var bence o da bedenimizin herhangi bir yerlerinden beliren manalı manasız hislerimiz! Bir şeylere bağlılığımız. Aşkımız, aşklarımız. İşte öyle kendine has öyle çeşitli, öyle özel bir kavramdır ki aşk bence Tanrı’nın var olduğunun en pratik yoldan ispatıdır. Bütün neden nasılları anlamlı kılar aşk. Bilimi bile hayrete düşürür. Aşk Tanrısal bir rastlantıdır. Tanrısaldır işte açıklaması olmayan. Bu yüzden aşkı yargılamak, horlamak ve karşı çıkmak evrene aykırıdır.