Savaş ve Barış, yüz elli yıldır büyük bir hayranlıkla okunan dev bir başyapıt ve hiç kuşkusuz tüm zamanların en güzel epik romanlarından biri. Tolstoy, Rus toplumundan son derece gerçek, yüzlerce karakteri, Napolyon ordularının Moskova’ya kadar ilerlediği tarihsel dönem içinde betimliyor. Canlı ve görkemli savaş ve barış tabloları, zekice kurgulanmış ayrıntılarla bezeli… Büyük gerçekçi yazarların hep yaptığı gibi, Tolstoy da tarihe ve topluma canlı ve hareketli bir merkezden bakıyor. Onun merkezinde daima ‘iki ulus’, yani köylülerle toprak sahipleri arasındaki bölünme var. Savaş ve Barış’ta soylu sınıfın en seçkin kesimleriyle birlikte sıradan ‘halk’ı, ölüm kalım mücadelesi içinde omuz omuza görüyoruz ama zafer bile, aralarındaki eşitsizliği ortadan kaldırmaya yetmiyor. Büyük eleştirmen Lukács’ın sözleriyle Tolstoy; “Yaşam, başkalarının emeğini sömürmek yoluyla insanların kendi kendilerini yıkmak zorunda kalmayacakları bir şekilde nasıl düzenlenir?” sorusunun yanıtını hayatı boyunca aramış bir yazar. Savaş ve Barış, eşsiz epik büyüklüğünü biraz da bu soruya borçlu. “Ne büyük bir yapıt, değil mi? Nasıl dev bir insan! İşte size bir sanatçı... Daha da şaşırtıcı olan nedir, biliyor musunuz? Onun köylü sesi, köylü gibi düşünüşü! Etine, kemiğine kadar bir köylü o! Bu soylu adam ortaya çıkana kadar edebiyatımızda gerçek bir mujik yoktu... Avrupa’da kim onunla aynı düzeye konulabilir? Hiç kimse!” Lenin