Annesi her gün yanındaydı ve Sabbath onunla konuşuyor, annesi onunla sohbet ediyordu. Tam olarak ne kadar varsın, anne? Bir tek burada mısın yoksa her yerde misin? Seni görmeyi becerebilsem, kendin gibi mi görünürdün? Zihnimdeki resmin değişip duruyor. Sadece yaşarken bildiklerini mi biliyorsun yoksa şimdi her şeyi biliyor musun ya da artık “bilmek” diye bir şey yok mu? Olay nedir? Hâlâ mutsuzluk içinde kahroluyor musun? Morty yanında olduğu için sürekli ıslık çalan eski hâline döndüğünü duymak en güzel haber olurdu. O yanında mı? Ya babam? Hem üçünüz birlikteyseniz, neden Tanrı da orada olmasın? Yoksa bedensiz varoluş da her şey gibi kendi doğal akışında ilerliyor ve Tanrı orada da en fazla burada olduğu kadar mı gerekli? Ölü olmayı da en fazla yaşıyor olmak kadar mı sorguluyorsun yani? Ölü olmak evi çekip çevirmek gibi yaptığın bir iş mi yalnızca? Bu tekinsiz, anlaşılmaz, gülünç ziyaretler her şeye rağmen gerçekti: Bunu kafasında ne şekilde mantıksallaştırırsa mantıksallaştırsın annesini gönderemiyordu... Annesi yalnızca umutsuzluğa kapıldığı zamanlarda, gecenin bir yarısında kaybolup gidenlerin yerine koyacak bir şeye derin bir ihtiyaç duyarak uyandığı anlarda gelmiyordu; ormanda, İn’deyken de Drenka’yla ikisinin yarı çıplak bedenlerinin üzerinde o helikopter gibi süzülüyordu. Belki de o helikopter annesiydi. Ölmüş annesi yanında onu izliyor, gittiği her yerde onu sarmalıyordu. Annesi üzerine salınmıştı. Sabbath’ı ölümüne götürmek için geri dönmüştü. Philip Roth