Bulunduğum yerden kan akışının uğultusunu ve dokuların kendine özgü hışırtılarını duyabiliyordum. Belli belirsiz bazı mırıltılar, inlemeler, iç geçirmeyi andıran sesler işitiliyordu. Kızın zihni bu aralar epey hareketliydi anlaşılan. Derinlere doğru uzanıp giden o tuhaflıklar ülkesine yapmak zorunda olduğum yolculuğu düşününce titredim. İnsan aklının karşılaştığı en korkunç yaratıklarla doluydu orası. Böyle olduğu biliniyordu. Ama, nasıldı bu yaratıklar? Aralarından geçmeye, hatta belki de içlerinden bazılarının yuva olarak bellediği oyuklara girip çıkmaya kalkan birine nasıl davranırlardı?’