Tarihteki insanımız insana saygılıydı, çünkü insan olmanın ne anlama geldiğini biliyordu. Birbirimizin hakkını-hukukunu bu anlayış içinde gözetiyor, bizimle aynı dini, aynı inancı, aynı milliyeti, aynı siyaseti, aynı kıyafeti paylaşmayanlara karşı, yine bu anlayış içinde müsamahakâr olabiliyorduk. Çünkü kul olduğumuzu biliyorduk. Bizi efendilik makamına yücelten işte bu kulluk şuuruydu. Osmanlı’yı yönetenler de aynı şuurun insanlarıydılar. Yanlarında, her türlü yanlıştan onları ikazlarıyla koruyan hocaları vardı. Allah’ın (cc) hükmünü dümdüz anlatır, sözlerini asla sakınmazlardı. Ruh olgunluğuna böyle ulaştılar... Bu sayede devletlerini hukuk devleti kavramıyla tanıştırdılar. Fatih Sultan Mehmet’in, Vezir-i Âzam (Başbakan) Mahmud Paşa’ya şikâyeti meşhurdur: Bu Pire (Ak Şemsüddin’e) hürmetim ihtiyarsızdır. Yanında heyecanlanırım, ellerim titrer. Padişahlar hocalarına böyle derin bir saygı, ince bir endişeyle bağlıydı. Tarihimiz baştan sona insanlık örnekleriyle doludur... Bu konuda zaman zaman o kadar ileri gidilmiştir ki, Osmanlı mülkünü gezmeye gelen Avrupalı gezginlerin dudakları uçuklamış, Bu kadar da olmaz! demek zorunda kalmışlardır. Elinizdeki kitap; Osmanlı’daki bu dudak uçuklatacak yetişme tarzını anlatmaktadır.

Benzer Kitaplar