Konfüçyüs’e sordular: “Bir ülkeyi yönetmeye çağrılsaydınız yapacağınız ilk iş ne olurdu?” Büyük düşünür şöyle yanıtladı: “Hiç kuşkusuz, dili gözden geçirmekle işe başlardım. Dil kusurlu olursa, sözcükler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılamazsa, yapılması gereken şeyler iyi yapılamaz. Ödevler gereği gibi yapılamazsa, töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür bozulursa, adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa şaşkınlık içine düşen halk, ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. İşte bunun içindir ki, hiçbir şey dil kadar önemli değildir.” Yıllarca ben de bu anlayışı benimsedim. Bir hukukçu olarak, bir Türk olarak Türkçe yazmaya, konuşmaya çabaladım. Başka dillerden alınan sözcüklerin dilimi yutmasına izin vermemeye özen gösterdim. Ana dilim Türkçemle çoğaldım, Türkçemle azaldım, üzüldüm. Ancak gelinen noktaya baktığımda, üzülmenin de ötesinde bir yerlerdeyim artık. İçim acıyor. İnsanlık, günümüzde hiçbir dilin, hatta hiçbir sözcüğün yitip gitmesine izin vermiyor, göz yummuyor. Göz yumarsa yoksullaşacağını biliyor. Türkçeyi koruma konusundaki çığlıklar günümüzde daha çok duyulmaya başlandı. Bu küçük yapıt da onlardan biri. Umarım, yasa koyucu, günün birinde ana dili bilincine ulaşır, bu çığlıkları duyar. Halkımız da bu konuda gerekli duyarlılığı göstermeye başlar. “Kolay değildi dilimi korumak Onu yutmaya çalışan diller arasında”