Korsanlar tarafından kaçırılıp doğduğu topraklardan çok uzağa, payitahta getirilmiş bir Fransız kızıydı Aimèe. Baktığı herkesi derinlere daldıracak kadar güzel gözleri; güneşi kıskandıracak kadar sarı, upuzun saçları; incecik, narin vücudu ve herkesi sevmeye yetecek kadar büyük, merhametli kalbi onu payitahttaki herkesten ayırıyordu. Osmanlı Sarayı’nın haremine hediye edildiğinde, aklına Paris’in yoksulluk ve acı dolu sokaklarında ekilmiş tohumlar yeni yeni filiz veriyordu. Aklında devrim vardı: hürriyet, adalet, kardeşlik. Dünyayı değiştirebileceğine inanmışken bir hareme gönderilerek padişahın cariyesi olma kaderine mahkûm edilen Aimèe’nin adı artık Nakşidil’di. Gönül süsü Nakşidil. Sultan Abdülhamit’in haremi Nakşidil. Abdülhamit’in onun güzelliği karşısında büyük bir aşka düşmekten başka şansı yoktu. Düştü de… Ancak hem sarayın hem de payitahtın dört bir yanında pusuya yatmış isyan, tek bir kıvılcım bekliyordu parlayıp alev alev yanmak için. Ve o kıvılcım, devrimin ta kendisi olabilirdi.

Benzer Kitaplar