Avrupalılar yüzyıllar boyunca kadim Mısır mumyalarını ve cesetleri öğüterek ilaçlar üretti, kan içmek içini dam sehpalarına koştu, insandan çıkarılan yağ ile hastalıklarına deva aradı. Avrupa tıbbının bu karanlık dönemine şahitolun! 1859 yılında, Woytasch isimli bir öğrenci “bir kadın mahkûmun idamına tanıklık etmeye” çağrıldı. “Kadının başı bir kılıçla kesildi. Baş bedenden ayrıldı ve kan yarım metre kadar havaya fışkırırken, askerlerin arasından fırlayan kalabalık, idam sehpasına koşarak akan kanı kaplara topladı veya bu kana beyaz havluları bandırdı.” Zenginlerle yoksullar arasındaki uçurum ne kadar derin olursa olsun, darağacında kan içme, Almanya’daya da Avusturya’da, aynı şekilde gerçekleşiyordu. Özellikle Goethe, Kant ve Schiller’in, Bach, Haydn, Mo-zart ve Beethoven’ın ülkelerinde ve devirlerinde bu pratiği görmeye daha çok alışkınız. Hanover, Salzburg ve Viyana’nın salonları ve saraylarında büyük orkestraların parlak kemanları, dizi dizi kuartetleri ve devasa sen-fonileri parıldarken, kuzeyden güneye kadarAlmanca konuşan ülkelerde şimdi unutulan bir ritüel tekrarlanıp duruyordu: Hastalar üstünde buharı tüten bardaklarını dudaklarına götürüyor ve kanlı mendiller kana bulanmış darağacından aşağıya uzatılıyordu.