Osmanlı tarihinde bir devir kapanmış, yeni bir devir açılmıştı. Dünya tarihinin “Cihangir” olarak selâmladığı Yavuz Sultan Selim, atalarının tahtına çıkmıştı. Sultan Selim ateşten gömleği giymiş, yanarken yakmaya hazırlanmıştı. Ağabeyi Şehzade Ahmed, isyan hâlindeydi. Kendi kendini “Anadolu Padişahı” ilân etmişti. Şimdilik en yakın tehlike durumundaydı ve hemen bertaraf edilmeliydi. Devlet hayatında iki başlılık olmazdı. Hatırı sayılır derecede bir âlim olan Kardeşi Korkud’a, Manisa sancağına dönmesini, ilimle, irfanla meşgul olmasını tembihledi. “Mülkün perişanlığına sebebiyet vermez, saltanat davasın gütmezsen, hayatından ve evlâd ü iyalinin hayatından emin olub devr-i saltanatımızda huzur içinde yaşarsın. Yok, iğvalara kapılub padişahlık derdine düşersen, kahrımızdan kurtulamazsın. Mülkün perişanlığına öz oğlumuz sebebiyet verse dahi, acımazız!”...