Modern dünya klasikleri Aspendos farkıyla karşınızda! Aspendos bu kitap dizisinde Stefan Zweig’dan Franz Kafka’ya, Tolstoy’dan Gogol’a, Samed Behrengi’den Virgina Woolf’a usta kalemlerin ölümsüz eserlerini bir araya getiriyor. Dünya edebiyatı ve modern klasiklerin seçme eserlerinden oluşan bu diziyi okurken Büyük Sahra Çölü’nde Küçük Prens ile tanışacak, Tahran sokaklarındaki yoksul çocukların dünyasını tanıyacak, Buenos Aires’e giden bir geminin yolcuları arasında gizemli bir satranç ustasıyla karşılaşacak, dondurucu soğuğu içinizde hissederek St. Petersburg caddelerinde dolaşacak, bir sabah uyandığında kendini dev bir böceğe dönüşmüş olarak bulan Gregor Samsa’nın iç dünyasına yolculuk edecek ve British Museum’un rafları arasında kadını ararken Virgina Woolf’a eşlik edeceksiniz. Babaya Mektup Franz Kafka bu mektubu babasının karşı çıkması nedeniyle gerçekleştiremediği evlilik yüzünden kaleme alır. Bu konuda babasına duyduğu öfke, çocukluğundan itibaren otoriter ve güçlü baba figürü karşısında yaşadığı korkuları, kaygıları ve bastırılmışlığı bir bütün olarak kâğıda dökmesine yol açar.Hayatı boyunca babasına karşı hayranlık ve nefret ikileminde yaşayan, üstelik bu konudaki duygu ve düşüncelerini dile getirmeye dahi çekinen Kafka, bu uzun mektubunu babasına göndermeye hiçbir zaman cesaret edemez. Kafka’nın gözünden gerçek bir baba portresi sunan bu mektup; aynı zamanda baba-oğul ilişkisi, aile içi sıkıntılar ve kuşaklararası çatışma konularında önemli psikolojik analizler içermektedir. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu Ünlü roman yazarı R., dağlarda geçirdiği kısa bir tatilin ardından Viyana’ya döner. Evine vardığında bir yığın mektup okunmak için onu bekliyordur. Önemli gördüğü birkaç mektuba göz attıktan sonra isimsiz bir zarf dikkatini çeker, zarfın içinden çıkan mektup şöyle başlamaktadır: “Beni asla tanımamış olan sana.” R. mektubun kendisine mi, yoksa hayalî birisine mi yazılmış olduğundan emin olamaz ve büyük bir merakla mektubu okumaya koyulur. Bu tuhaf mektup, hayatı boyunca sevdiği erkek tarafından hiç tanınmamış olan bir kadından gelmektedir. Bilinmeyen bir kadından... Bir Delinin Hatıra Defteri Bir devlet dairesinde kâtip olarak çalışan Poprishchin işini ve yaşadığı hayatı günden güne daha fazla sorgulamaktadır. Daire müdürünün kızı Sophie’ye âşıktır ancak bu aşkın önünde büyük bir engel vardır: O sıradan bir memurdur. Poprishchin bir gün sokakta Sophie’ye rastlar. Ona görünmemek için gizlendiği sırada Sophie’nin köpeğinin başka bir köpekle tıpkı bir insan gibi konuştuğuna tanık olur. İlk başta kulaklarına inanmak istemese de sevdiği kızın düşüncelerini öğrenebilmek amacıyla köpeğin peşine düşmekten kendini alıkoyamaz. Poprishchin o günden sonra gerçeklik algısını hızla yitirmeye başlayacak ve kendini bir sanrı girdabının içinde bulacaktır. Dönüşüm Gregor Samsa huzursuz rüyalarla dolu bir gecenin ardından sabah gözlerini açtığında kendini dev bir böceğe dönüşmüş olarak bulur. İlk başta bunun gerçek olduğuna inanmak istemez ama içinde bulunduğu tuhaf durumdan da bir türlü kurtulamaz. İşe gitmek için sabah erken saatte bineceği treni de çoktan kaçırmıştır. Çok geçmeden sokak kapısının zili çalar, gelen kişi çalıştığı iş yerinin müdürüdür. Ailesinin geçim yükünü tek başına sırtlanmış olan Gregor kara kara ne yapacağını düşünmeye başlar. Fakat bu sadece başlangıçtır. Yaşadığı dönüşüm bedeninde gerçekleşen başkalaşımla sınırlı kalmayacak, ailesini de tamamen farklılaştıracaktır. O artık kendi evinde bir yabancıdır. Satranç New York’tan Buenos Aires’e giden büyük bir geminin yolcuları arasında Dünya Satranç Şampiyonu Mirko Czentovic de bulunmaktadır. Satranca meraklı bir grup yolcu; kendini beğenmiş, açgözlü ve eğitimsiz olmasıyla tanınan bu satranç ustasını ücreti karşılığında onlarla oynamaya razı eder. İlk oyun beklendiği gibi Czentovic’in galibiyetiyle sonuçlanır ama ikinci oyunda sıra dışı bir şey olur. Ansızın çıkagelen gizemli bir yolcu oyunun gidişatını değiştirir. Peki, dünya şampiyonuyla boy ölçüşebilen bu yolcu kimdir? Henüz keşfedilmemiş bir satranç dehası mı? Yoksa kendini saklayan çok ünlü bir usta mı? Gruptakiler ne yapıp edip bu ikiliyi bir düelloya ikna etmeye karar verirler. Böylece gizemli yolcunun kim olduğunu da öğrenebileceklerdir. Stefan Zweig’ın Nazi işgali altındaki Avrupa’nın durumundan duyduğu üzüntü nedeniyle intihar etmesinden kısa bir süre önce tamamladığı bu eser, kaleme alındığı dönemin zıtlıklarını bir satranç tahtasının üzerinden anlatmaktadır. İnsan Ne İle Yaşar Yoksul bir ayakkabıcı olan Simon ailesiyle birlikte küçük bir kulübede yaşamaktadır. Bir gün alacaklarını tahsil etmek için köyün yolunu tutar. Fakat köyde işler beklediği gibi gitmez. Evine eli boş dönerken yol kenarındaki kilisenin yanında soğuktan donmak üzere olan aç ve çıplak bir adama rastlar. Simon’un üzerine giydiğinden başka paltosu, evinde de karısının ertesi gün için ayırdığı bir parça ekmekten başka yiyeceği yoktur. Simon’un bir karar vermesi gerekmektedir. Vereceği kararda aynı zamanda şu üç sorunun yanıtı saklıdır: İnsanın özünde ne var? İnsana ne verilmedi? İnsan ne ile yaşar? Kendine Ait Bir Oda Çocukluğumuzdur bizi şekillendiren, bugünlere getiren. Ailesindeki erkeklerin gölgesinde büyüyen Virginia Woolf’un kalemi de çocukluğundan ayrı tutulamaz. Tam da bu nedenle, yirminci yüzyılın başlarında kaleme aldığı bu eserde Woolf öncelikli olarak kadının “bireyselliğini” sorgular ve onun edebiyattaki yerinden yola çıkarak alışılmadık bir öneri sunar: “Yazmak isteyen bir kadının öncelikle parası ve kendine ait bir odası olmalı.” Woolf, British Museum’un rafları arasında kadını ararken, Shakespeare’in hayali kız kardeşi ve dönemin önemli kadın yazarlarına atıfta bulunarak bizlere sadece para ve oda fikrine nasıl ulaştığını göstermekle kalmaz, aynı zamanda kadının bastırılan sesi olur. Ona göre kadın kendisine reva görülen sefalet ve karanlıkta bile çabalamayı bırakmamalı, yazmalı; eşitsizliklere ve haksızlıklara karşı sesini duyurmalıdır. Küçük Prens Uçağında meydana gelen arıza yüzünden Büyük Sahra Çölü’ne düşen bir pilot, çölde geçirdiği ilk gecenin ardından bir çocuk sesiyle uyanır. Göz kapaklarını araladığında, uçsuz bucaksız çölün ortasında pek de kaybolmuş gibi görünmeyen tuhaf ama sevimli bir çocuk görür karşısında. Pilot ile Küçük Prens işte böyle tanışırlar. Peki, Küçük Prens’in ıssız bir çölde tek başına ne işi vardır? Pilot bu soruya yanıt arar. Belki sorduğu sorulara yanıt alması çok kolay olmayacaktır ama Küçük Prens’in anlattıklarında aradığından çok daha fazlasını bulacaktır. Yeter ki yüreğiyle bakabilsin. Küçük Kara Balık “Derenin sona erdiği yere gitmek istiyorum, anne. Orayı ve ötesinde ne olduğunu görmeliyim. Başka yerlerde neler olup bittiğini öğrenmem lazım.” Bir sabah ansızın böyle der annesine, Küçük Kara Balık. Yeni yerler keşfetmeye ve yeni şeyler öğrenmeye meraklıdır. Dünyayı içinde yaşadıkları küçük dereden ibaret sanan yaşlı balıkların tüm itirazlarına rağmen yola koyulur. Tek hedefi vardır: Ne pahasına olursa olsun derenin sonuna ulaşmak. Küçük Kara Balık’ın farklı canlılarla tanışıp çeşitli tehlikelerle karşı karşıya kalacağı bu yolculuktaki en güvenilir yol arkadaşları zekâsı ve cesareti olacaktır. Püsküllü Deve Latif, babasıyla birlikte iş bulmak umuduyla Tahran’a gelmiştir. Babası ekmek parası kazanabilmek için seyyar satıcılık yaparken, Latif bazen ona eşlik eder, bazen de tek başına sokaklarda gezinir. Gezindiği sokaklardan birinde, bir oyuncakçının önünde kocaman bir oyuncak deve vardır: Püsküllü deve. Püsküllü deve, Latif’in yoksul yaşamındaki tek avuntusu, tek dayanağıdır. Sokaklardaki sefaletten sadece onunla uzaklaşmaktadır. Latif’in Tahran’da geçireceği son yirmi dört saat, bu şehirde yaşadığı her şeyin özeti olacaktır. Latif şehrin zengin ama acımasız öteki yüzünü de yine bu yirmi dört saatte püsküllü deve sayesinde tanıyacaktır. Sevgi Masalı Koç Ali bir uşaktır. Sayısız oyuncağa sahip olan şımarık Şah kızının uşağı… Şah kızına büyük bir bağlılık duyar. Onun yanından bir an olsun ayrılmaz, emirlerini eksiksiz yerine getirir, o rahat uyusun diye kapısının önünde yatar. Âşıktır Koç Ali. Şah kızını bütün masumiyetiyle içten içe sever. Bunda kötü bir şey olmadığına inanır. “Sevginin nesi kötü olabilir ki?” diye düşünür. Bir gün ansızın kalbindeki sırrı açığa vuruverir ve hayatı değişir. Fakat değişen yalnızca onun hayatı olmayacaktır. Çünkü dünyada ancak “Sevgi Masalı”nın derman olabileceği dertler vardır. Ay Işığı Sokağı Her insan ayrı bir dünyadır. Her bir dünyada ise farklı duygular saklıdır. Stefan Zweig, yalnızca duyuların anlatmaya yetmediği bu dünyalarda en umulmayanı arıyor. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından kaleme aldığı Ay Işığı Sokağı ve Görünmez Koleksiyon ile yazar, savaş sırasında unutulan duyguları gün yüzüne çıkarıyor. İster Fransa’nın liman kentinde yolunu kaybeden bir gezgin, ister varını yoğunu koleksiyonunu biriktirmeye harcamış yaşlı bir adam olsun, her insanın dinlemeye değer bir hikâyesi olduğunu bizlere gösteriyor. Stefan Zweig’ın “Tırnak işaretlerine dolanıp Arap saçına dönmeden”, karakterlerin kendi ağzından duyun istediği bu hikâyeleri okurken yabancı dünyaların size çok tanıdık gelecek çıkmaz sokaklarında kaybolmaya hazır olun. Korku Irene Wagner’in sevdiği bir kocası, iki çocuğu ve rahat bir hayatı vardır. Ancak kolay elde edilmiş bir hayatla mutlu bir şekilde baş etmek her zaman kolay değildir. Mutluluğu evinin dışında arayan Irene’nin başı, paragöz bir şantajcıyla derde girer. Piyanist Karl Brustmann’ın gerçek sevgilisi olduğunu iddia eden kadının istekleri bitmek bilmez. Kendini köşeye sıkışmış hisseden Irene, kocasına yaptığı hatayı itiraf etmek ister ama ne gururu ne de korkusu buna müsaade eder. Hatasının bedelini mi ödemeli, yoksa korkuyla yaşamaya devam mı etmelidir? Bu soruya bir türlü yanıt bulamayan Irene’yi yolun sonunda büyük bir sürpriz beklemektedir. Tasvir ustası Stefan Zweig’ın duygu betimlemeleri bu kitabı okumanızı değil, yaşamanızı sağlayacak. Amok Koşucusu Amok Koşucusu, Stefan Zweig’ın başyapıtlarından biridir. Tüm yaşamı boyunca yazarı etkisi altında tutan intihar duygusu, bu romanda, Hint Adaları’ndan yola çıkıp Avrupa’ya seyreden bir transatlantikle seyahat eden melankolik bir yolcu aracılığıyla varlığını bize de hissettiriyor. Belki de hayatını başkalarına yardım etmeye adamışken, kendisine gelen yardım talebini gururu nedeniyle reddeden bir doktorun, bu reddediş sonrasında yaşadığı pişmanlık ve çektiği vicdan azabı, onu bir çıkmaza sürükler. Yardım etmeyi reddettiği kadını bulmaktan ve çektiği acıyı ona yardım ederek sonlandırmaktan başka bir şey düşünememektedir. Ancak hatasını telafi etmeye çalışıyor olması, vicdanının sesini susturmaya yetmez. Zamanla o sesten başka hiçbir şey duyamayacak hale gelen kahramanımız kendisiyle yüzleşmek üzeredir. Amok Koşucusu, derin psikolojik analizleri, hüzünlü atmosferi ve akıcılığıyla sizleri bambaşka bir dünyaya götürecek.