Ülkücülerin hayatı bambaşkadır. Sözlüklerinde rahatlık kelimesinin yeri yoktur. Daimi bir mücadele içinde ömür tüketirler. Hemen herkesle, her şeyle zaman zaman çatıştıkları görülür. Arkadaşları ile, aileleri ile hatta sevdikleri ile... Belli bir ülkünün esaslarından ziyade politikanın değişen icaplarına uymayı tercih eden kudret sahipleri ile de sık sık ihtilafa düşerler. Çok defa, başları belaya girer; gene de sinmezler. Bu hâlleri “kalabalık”a göre, uslanmamaktır; kendilerine göre de yılmamak. Ülkücü, dünya nimetlerinden yana nasipsizdir. Gözü yoktur ki, nasibi olsun. Bir lokma, bir hırka ona yeter. Paraya karşı o kadar müstağnidir ki halkın hayretine sebep olur. Herkesin istediğini istemez, ne istediğini de herkes anlayamaz. Kendi zevkleri dışında zevk tanımayanların gözünde “zevksiz” bir adamdır! Küçümserler onu, hayatı anlamamakla, üç günlük dünyanın hakkını vermemekle itham ederler. Böyle davranışlara hiç önem vermez. Elverir ki inandığına dokunulmasın! (…) Ülkücünün en çok dinlediği 'nasihat'tir. “Yapma!” derler, “Hayatını heba etme!” derler, “Gününü gün et.” derler. O kadar çok şey söylerler ki bitmez. O hepsini dinler ama hiçbirini tutmaz, gene bildiği gibi yaşar. (…) Gün gelir, ecel hükmünü icra eder, ülkücü dünyasını değiştirir. ‘Kalabalık’ ona acır, daha iyi yaşamış olmasını temenni eder. Halbuki o, inançları uğrunda yaşamanın hazzını tadamadıkları için ömrü boyunca “kalabalık”a acımıştır.