Gizem’in genç yaşına rağmen mutsuzluğun dibini göstermiştir hayat ona... Ancak duygusal olduğu kadar inatçıdır; Kars’tan geldiği bu koca şehir İstanbul’da işsiz de aşksız da kalmış ama pes etmemiştir. “Ben böyle dünyanın cenazesine bile gitmem,” derken, rujunu da sürer tiryaki çayını da içer. Belki onun da sadece kafası karışıktır; çoğu kadın gibi. İlk kez Moda Çay Bahçesi’nde buluştuğu Faruk, parfümü “dandik” olsa da iyidir, hoştur, adam gibi adamdır, ama Gizem de bir o kadar “hayta”dır. Derdi “sevmek mi sevilmek mi” bilemez. Gizem bu erkekle birlikte yeni bir yaşama ufacık bir adım atacak mıdır? Yoksa çok sevdiği Kazım Koyuncu’nun bir şarkısındaki gibi “Ayak izim kalmadan gidiyorum!” mu diyecektir?