“Gözü, gönlü mazide kalmış; sürekli eskilerden bahseden yaşlı bir kadındı babaannem. Küçüktüm, anlattıkları ilgimi çekmezdi. Çocukça bir algıyla hikâyelerinin siyah beyaz bir dünyada geçtiğini düşünürdüm; eski, soluk bir fotoğraf karesinde yaşanıyordu her şey. Kahramanları bu karenin içine hapsolmuş, ıstırap çeken, çaresiz kimselerdi; üstelik olağanüstü tarafları da yoktu. İki renkten kurulu bu dünya, masal çocukları olan bizler için yeterince cazip sayılmazdı. Birkaç sene içinde, onun kurmaca bir dünyadan değil de gerçek hayattan bahsettiğini anlayacaktım. Babaannemin neredeyse bütün anılarında varlığı hissedilen, çoğunda adı geçen tek kişi Nuriye annemdi. Nuriye annemin, bizim ailenin her bireyi üzerinde büyük etkileri olmuş, bu etkiler bize kadar ulaşmıştı. Bizim kuşaktan en talihli olanlar ise onun vesikalık bir fotoğrafını ancak görebildi. Fakat ben Nuriye annemle ilgili her şeyi, her ayrıntıyı bilmek istiyordum; büyüleyici bir öyküsü vardı. Büyükbabam ketumdu, annesi hakkında tek kelam etmezdi, tek kaynağım anlatmaktan hiç yüksünmeyen babaannem oldu. Gün akşama erdiğinde büyükbabam hep susuyor, babaannem ise sürekli eskilerden bahsediyordu. Anlattıklarının bazen kahramanı bazen de dinleyicisi oluyordum ve artık kucağımda bir sürü hikâye birikmişti.” Özkan Gül, Lilipar adlı bu nefis anlatısında sevda yüklü dramatik bir Tehcir hikâyesi ile büyüleyici, etkili bir roman tadı sunuyor okura. Doğal ve akıcı anlatımı, sürükleyici olay örgüsüyle şekillenen bu roman, Maria-Lili ile Hasan’ın hasret, özlem, acı, sevgi, sadakat ve aşk içre dolu duyguları eşliğinde bu toprakların da hikâyesi… İki ayrı milletin yaşadığı serüvenden, savaş koşullarından da izler, izlekler taşıyor bünyesinde. Lilipar, iki farklı kültürel dünya arasında duygudan, özveriden ve bağlılıktan köprüler kuruyor...