Sabahattin Ali’nin romana merkezden değil Anadolu’nun bir köşesinden baktığını ilk cümleden anlarız Kuyucaklı Yusuf’ta. Taşranın sıkıntıları, sıkışmışlığı vardır sayfalarda. Eşkıyaların katlettiği anne ve babasının yanından kaymakam evine taşınan Yusuf’un ne çocukluğu ne ilk gençliği ne de yetişkinliği kimselere benzemez. Onun eksik olan başparmağı, hiçbir zaman boşluğu dolmayacak bir yoksunluğun işaretidir. Toplumdaki iki yüzlülük, rüya, çıkarcılık, erk sınıfa yönelik sahte sevgi; onun vücudundaki hasarla anlaşılır kılınmış gibidir: “Fakat her şey geçer, her şey unutulur. Kendini bir felâketin içinde kaybetmenin manası yoktur.”