Hayata en zor yerinden başlayan küçük bir çocuk Ediz. On yaşındayken annesi, babası tarafından gözleri önünde öldürülünce yetimhane günleri başlar. Yetimhanede aynı kaderi paylaştığı çocuklarla kendine yeni bir aile kuran Ediz’in ilkokul öğretmeni kendisini evlatlık almak isteyince hayatı değişir. Yirmili yaşlarına geldiğindeyse artık ülke çapında çok ünlü bir isimdir. Ancak her şey rüya gibi giderken hayatın ona oynadığı oyun henüz bitmemiştir ve yaşamı tekrar karanlığa gömülür. Artık eski Ediz yoktur, bir daha da hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Ta ki onun orman yeşili gözlerinde aşkla kaybolana kadar... “Ben toprağa ekilen isyan tohumunun bir filiziyim. Her güneş gördüğünde daha da olgunlaşan intikam duygusunun sesiyim. En güzel mevsimde yağan yağmurum, bir sonbahar gecesi esen poyraz, bir bahar gecesi yere düşen doluyum. Sağanak yağışım barajlara sığmayan, sel olup denize karışan terk edilmiş bir gemiyim. Fırtınayım ben, yıldırımım, şimşeğim. Gökleri yarıp inen gök gürültüsüyüm. Kendimi bildim bileli aklı ile yüreği savaş halinde olan bir içsavaş mağduruyum. Kinim ben, öfkeyim, nefretim! Ağız dolusu küfürüm sessizliğimde. Çin Seddi’nden daha da geniş duvarların sahibiyim. Heyelanım ben hayalleri yerle yeksan eden. Uykunun en güzel yerinde korkuyu iliklerine saplayan depremim.”