Tarih zaman zaman birbirini tekrar eden olaylar silsilesi şeklinde cereyan edebiliyor. Yüzyıl önce Osmanlı'yı parçalayıp kendi imkânlarını geliştirmeye koyulan çok sayıda devlet bugün artık kendi parçalanma sürecini tartışıyor. Yine yüz yıl önce bizlerden koparılan topraklarda yaşayanlar o zamandan beridir huzuru bulamadıkları gibi bugün hâlâ istikrarı arıyorlar. Böylesi bir dönemin ardından terör örgütleri var olma anlamındaki gücün sınırlarını aşmayı başarıp kendisine alan kazanma yolunu tuttu. Demokrasi bahsi ise Arap Baharı gibiOrtadoğu'daki tüm dengeleri baştan sona etkileyen bir sürece dönüştü. İç savaş neredeyse tüm kadim dinlerin başladığı bu en eski coğrafyayı kasıp kavurdu. İstikrar kavramı giderek sadece umut edilen bir söylem haline gelirken, terörün ulaştığı boyut tüm dünyayı etkisi altına aldı. Türkiye yaşanan bu düzensizlik ve buhran döneminden güçlü çıkmak mecburiyetindedir. Kendi istikrarımızı tesis ederken, dünyanın geri kalanına huzur ve istikrar vaat eden bir anlayışı hayata geçirmemiz gerektiğini tarih bizlere sadece söylemiyor, bunu anlamak zorunda olduğumuzu her yönüyle karşımıza getiriyor. İşte bu nedenle Misak-ı Milli ülkümüzle başlayarak, Büyük Türkiye hedefimizi hayata geçirirken, küresel düzeyde söz sahibi olup insanlığın geri kalanına adalet ve refah içerisinde yaşanabilir bir dünya bırakmanın en önemli sorumluluğu Türkiye'nin ellerinde bulunuyor.