Küf aslında bir tür canlı maddedir. Her ne kadar deyimsel olarak miadı geçmiş olanı ya da daha açık biçimde heder olmuş olanı çağırsa da esasta bütün dirimselliğiyle burada olanı işaret etmektedir. Küfün yararlısı da vardır, zararlısı da. Kimi zehirler öldürür, kimi lezzete lezzet katar. Nerede, nasıl, neyle ilişkiye girdiğine ve ürediğine bağlıdır bu. Geçmiş de küf gibi, bütün dirimselliğiyle buradadır. Geçmiş yoktur aslında, miadı dolmuş olan yoktur, daimi bir dirimsellik vardır. Bu bakımdan da daimi bir dönüşüm. Ya da Marshall Sahlins’in diliyle söylenirse: “Plus ça change, plus c’est la meme chose [Ne kadar değişirse o kadar aynı kalıyor]” ve yine Sahlins’e uyup ters çevirelim: “Plus c’est la meme chose, plus ça change [Ne kadar aynı kalıyorsa, o kadar değişiyor]”. Aslında hep yaptığımız şey: Değiştikçe aynı kalanın, aynı kaldıkça değişenin kendi kültümüz içinden izini kovalamak; hepsi bu. Bu kitap tam buradan hareketle kültürümüz içindeki eşitsizlikçi yaklaşımların, eşitsizlikçilikle malül olduğu neredeyse baştan veri sayılan kimi konuların, temaların ve isimlerin peşine düşmenin önemli olduğunu ve eğer eşitlikçiliği sağlam bir zeminde kavramak istiyorsak, tam da düşmanının bahçesinden, yani eşitsizlikçiliğin bahçesinden malzeme devşirmenin önemli olduğunu söylemeye çalışıyor. Gözden geçirilmiş, düzeltilmiş ve kimi ek notlarla zenginleştirilmiş bu ikinci baskısıyla Küf bizleri, yeniden, geçmiş olmaklığıyla hep burada kalanın dünyasına bir kez daha davet ediyor.