Koşarken Yavaşlar Gibi, birbirine hem benzeyen hem farklı beş genç kadının 12 Eylül’de askeri cuntanın yönetime gelmesinden birkaç yıl önce başlayan arkadaşlıklarının, 12 Eylül döneminde ve sonrasında aldığı halin romanı: Aynı evi paylaştıkları yıllar geride kalmış, hayat gailesiyle birbirlerinden uzaklaşmışlardır. Her biri, farklı ama benzer biçimlerde, bir zamanlar hayatlarını adadıkları ideallerinin hiçleştiği yeni toplumsal ilişkiler içerisinde, kadın olmanın zorluklarıyla baş edip ayakta kalmaya çabalarken bir mektup onları yeniden biraraya getirir. Şöhret Baltaş, bu ilk romanında son yirmi beş yılda yaşanan toplumsal değişimi, 1980'lerin başında yirmilerinde olan kadınların bir zamanlar değişimi, 1980'lerin başında yirmilerinde olan kadınların bir zamanlar sahip oldukları idealler sorgulanırken ayakta kalabilme çabalarını anlatıyor. O yılları yaşayan herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği roman kahramanları ve süssüz, yalın ama çarpıcı bir duygusallığa sahip anlatımıyla Koşarken Yavaşlar Gibi, roman sanatının söz oyunlarıyla değil duygu yoldaşlıklarıyla da kurulabildiğini gösteriyor. Dinle bakalım. Bir varmış bir yokmuş, ülkenin birinde bey arkadaş varmış. Hep birarada yaşarlar, birlikte ağlayıp birlikte gülerlermiş. Sanırlarmış ki dünya, istedikleri gibi şekil verecekleri bir oyun hamuru... O kadar güçlü, o kadar yenilmez hissederlermiş ki kendilerini... İyilik, güzellik, aydınlık... Hep böyle şeylermiş bekledikleri hayattan, hem kendileri için hem de bütün insanlar için. Sonra, günlerden bir gün soğuk bir rüzgar esmiş. Soğuk, acımasız, pencerelerin aralıklarından, kapıların altından evlere dolan, herkesi donduran hain bir rüzgar... Kızlar dağılmış.... Dört bir yana... Artık onlar bir oyun hamuru imişler, hain rüzgarların önüne katip dilediğince şekil verdiğini...