Herkesin ortasında yaşayan, sahne tozuyla doğmuş insanları severim. Onlar kendi ışık setleriyle gezerler, spotları ve filtreleri görünmezdir. Karizmalarını yüzlerinden yansıyan aydınlıktan tanırsınız. Sabaha kadar içer, konuşur, güler, dans ederler, onları eve giderken gören olmamıştır, onlar her zaman başka bir mekanı renklendirmek üzere aramızdan ayrılırlar sadece. Onlarla dolaşmaya başlayıncaya dek fark edemezsiniz bazı gerçekleri. Bazen nasıl da güvensiz, nasıl da korkak oluverdiklerini... Kendilerinden hiç memnun olamadıklarını, kimseleri mutlu edemediklerini... Tanıyınca anlarsınız ki onları aydınlatan tüm spotlar ve güzelleştiren tüm filtreler sizin gözlerinizdedir aslında. Ingmar sadece ben izlediğim sürece gösteri yapabilirdi, ben bakmıyorsam bir köşede büzüşüp ağlardı ama ben onun bir köşede büzüşüp ağlayan haline bile aşıktım. Aşkını yaratan, büyüten ve sonra onunla kendini büyüleyen bir kadın. Bununla, kendisini güzelleştiriyor, güçlendiriyor. Sonsuz hayran... sonsuz fedakar... sonsuz teslim... Bu kadar da olmaz ki! diyorsunuz... ama yazar sizi ikna ediyor ki, olur! Sahiden hayat gibi anlattığı için, belki de...