İçinde yaşadığımız dönem hem kitle iletişim biçimleri ve uygulamaları anlamında hem de kültürün, yaşam biçimlerinin ve toplumsal kurallara ilişkin alışılagelmiş kalıpların bir kez daha kırıldığı bir sürece denk gelmektedir. Duvarların yıkıldığı, toplumlar arası ilişkilerin devletlerin sınırları ötesine geçtiği bu süreçte, ötekini de birlikte yaşamanın, ortak bir geleceğin parçası haline getirme çabasını gösteren yeni toplumsal söylem ve temsiller, kitle iletişim araçlarının hem dönüşümüne denk gelmekte, hem de onun kültür üzerindeki dönüştürücü gücünden etkilenmektedir. Emperyal devletlerin iktidarlarını yıkan, toplumsal otorite kurumlarını değiştiren ve yenilerini üretirken, kitle kültürünü yaratarak, kitlesel iletişimin bir örnek, bütünleştirici üretim gücünden beslenen 20. yüzyılın ulus devleti, kendinden önceki kalıpları nasıl kırdıysa, şimdi kendi kalıplarının kırıldığı bir sürecin içinde bulunuyor. Kültürün korumaya aldığı ulus birlik, kültür tarafından parçalanıyor. Çokuluslu kapitalizm ulusal kültürleri, ulusal ekonomilere yaptığı gibi, kozmopolitleştirerek zayıflatıyor (Eagleton, 2005:77). Yeni süreç ve koşullarda hızla yerini alan yeni medya araçları ve iletişim kurumları, geleneksel olarak yorumlanan mevcut medya araçlarını değişime uğratıyor, yeni iletişim düzeninin kurumları küresel ticari düzenin baskısı altında coğrafi sınırları yok ediyor, bireyselliği teşvik ederken, çok kültürlülüğü toplumsal yaşam içinde var olabilecek düzleme taşıyor. Bu gelişmeler neresinden bakılırsa bakılsın, küresel piyasa politikalarının çıkarlarına hizmet edecek şekilde ulus devlet sınırlarının belirsizleştiği bir döneme denk gelmektedir.