Kendinizi gitmek ve gitmemek arasında tereddüt ederken bulursanız gitmeyi seçin… İnsanlar bütün alışkanlıklarını, rahat ve güvenli hayatlarını bir kenara koyup bir süreliğine neden farklı yerlere giderler? Uzak ya da yakın… Yani neden seyahat ederler? Binlerce yıldır yapılageldiği gibi bu sorunun cevabını vermekle başlamalı seyahat. Seyyahlar, yeni ve farklı bir yer görmek, hayalde kurulan yaşamı kısa bir süreliğine de olsa gerçeğe dönüştürmek, günlük hayatın sıradanlığından, tekrarından kaçmak, düşünmek, değişmek, farklı sesler duymak; kendilerine benzemeyen insanlar, yemekler, şarkılar, inançlar, eğlenceler, evler, ağaçlar, yollar, başka canlılar ve sular tanımak için sürekli yaşadıkları mekânları bırakıp az şey bildikleri yerlere doğru yola çıkarlar. Yani kısa süreliğine yer değiştirirler ve böylece hayatları değişir… Aslında göç etmenin ilk adımıdır seyahat… Seyahat dinamik bir itirazdır aynı zamanda. İçinde yaşanılan ülkeye ve şehre bir itiraz… Bazı seyyahlar kendi kentleri ve toplumları için hayal ettikleri şeylerin kısa sürede gerçeğe dönüşmediğini gördüklerinden dolayı da yola çıkarlar. Ne de olsa değişimler hızlı ve istenilen yönde gerçekleşmez çoğu zaman. Bu insanlar içlerinde arzu ettikleri şehrin ve yaşamın gerçeğe dönmüş olduğu şehirlere gitme arzusunu güçlü bir şekilde hissederler. Ve seyahat bu kentlere doğru gerçekleşir çoğu zaman. İçerisinde kişiye eşlik eden heyecanın ve sevimli bir tedirginliğin olduğu bir yolculuktur bu. Gidilen yerde insan elbette şaşıracak şeylerle karşılaşır, sürekli kendi şehri ile karşılaştırmalar yapar ve yeni fikirler kafasına dank eder. Beynin en özgür ve en açık olduğu anlardır… Kişi kararlar alır, aldığı kararlardan vazgeçer, iç dünyasında kendisi ve birileri ile hesaplaşıp durur. Bazen de içinde büyüttüğü sorunların bir anda eriyip yok olduklarını ve hatta gülünç bir hal aldıklarını fark eder. Yüzlerce yıl önce Leonardo Da Vinci seyahatin farklı yönleri konusunda bakın ne demiş: “Bulduğun her fırsatta uzaklara git, biraz dinlen, çünkü işine geri geldiğinde kararların daha kesin olacak. Biraz uzaklaş çünkü o zaman iş gözünde büyümez ve daha çok şeyi halledebilirsin. Uyum ve orantıdaki eksikliği daha rahat fark edebilirsin.” İnsan aynı zamanda sınırları çok geniş olan yeryüzünde küçük bir yere kısılıp kalmanın verdiği azabı dindirmek için de seyahat eder. Genlerinde halen izleri duran göçebe ruhunu bir tutam seyahatle sakinleştirir. Seyahat kimi zaman da ön yargılarla hesaplaşmak için fırsatlar verir insana. Aldous Huxley bunu çok güzel deneyimlemiş. Şöyle diyor; “Seyahat etmek, diğer ülkelere dair bildiğimiz çoğu şeyin yanlış olduğunu keşfetmektir”. Çok haklı değil mi? Seyahat sayesinde ülkeler, halklar, insanlar, yemekler, müzikler ve coğrafyalar ile alakalı nice önyargı yok olmamış mıdır? Neticede seyahat seyyahı değiştirir ve taptaze olumlu hisler uyandırır. Ve evine döndüğünde anlattığı seyahat hikayeleri etrafındakileri de büyütür, değiştirir ve kimi zaman eğlendirir. Kişi yaşamında heyecan verici şeyler yapmak için kendinde daha fazla güç ve yaşam aşkı bulur. İnsan gittiği yerde yukarıda sayılan şeylerin bir kısmını bile yaşayabiliyorsa seyahat için doğru yeri seçmiş demektir. Antakya, onu ziyarete gelen misafirlerine bunların birçoğunu yaşatmayı vaat eden bir kenttir. Ve en önemlisi Antakya melez bir kenttir. Melezliği içinde taşıdığı birçok rengin, rayihanın ve tadın karışımından meydana gelmiştir. Bu melezlik kitabın her sayfasına sinmiş, gözleriniz ve ruhunuzun onu keşfetmesini beklemektedir. Gidin! Gitmek özgürlüktür…