Bir varmış, bir yokmuş: Bir zamanlar, her yanı saran onca rivayetten birine göre, Dünya’nın tam ortasında bulunan ve diğer birçok özelliğinin yanında, bugünkü halkının atalarının tarih boyunca pek çok kişinin tavuğuna kışt demesi yüzünden başı dertten hiç kurtulmayan Türkiye adlı bir ülke varmış. Acemi özel dedektif Vedat Kurdel bu sefer şirin mi şirin bir sahil kasabasında. Yaz ortası, feci sıcak… Ölümü şüpheli bir “ağa”, yerini alan nahoş kardeş, merhum ağanın saçma sapan şeyler yapıyor görünen oğlu, oğlanın masum mu masum yavuklusu, iki saftirik arkadaşı ve sabah namazına kalkanlara şöyle bir görünüp kaybolan bir hayalet… Nereden baksan Hamlet! Ama o kadarla kalmıyor muamma: işin içine zombi kılıklı taş ocağı işçileri, dırdır konuşan börtü böcek, jandarma, şuh bir okul müdiresi, gülümsemesi köpekbalığına benzeyen bir Alman, kırık dökük Türkçesiyle her halta maydanoz bir İngiliz karışıyor, yumruklar konuşuyor, kafalar tokuşuyor ve iş dönüp dolaşıp büyük ozanın meşhur meselesine geliyor: olmak ya da olmamak… Hayatta olurmuş böyle zamanlar; bazen kötü şeyler üst üste gelirmiş; o zaman insan her şeyde bir anlam ararmış. Hem insafmış, Şahap Bey’in ne günahı olabilirmiş? Havayı o ısıtmıyormuş ya! Turistlerin gelmesini önleyen o değilmiş ya! Ayrıca, malum taş ocağından kazandığını da kooperatif kasasına aktarıyormuş adam; işini iyi yürütüyormuş, işçisini aç bırakmıyormuş, daha ne yapsınmış zaten? Çevirileriyle de tanıdığımız, Türkçeye tutkuyla bağlı Algan Sezgintüredi, ilk kitabında bize pek aşina olmayan seri katil meselesini başarıyla ele almıştı. "Katilin Meselesi" de, onun gibi gerilimi sağlam, kahramanları cana yakın, mizah dozajı yüksek bir polisiye. Kitabın esas hediyesi ise, ilk bölümü