“Ayak ucuna oturup loş sabah ışığında bakıyor kadına. Alnında belirmiş birkaç derin çizgi var. Duru cildi azıcık matlaşmış ama hâlâ güzel. Uzun, kumral saçlarında bir tek ak bile yok. Kapalı ve gergin göz kapaklarının üzerinde belli belirsiz mor gölgeler. İnce ve pırıltılı kaşları, göze batmadan tamamlıyor portresini. Evet, hâlâ güzel. Sonra birden, ‘Böyle derin derin uyurken, ne görür bu kadın rüyasında?’ diye bir soru getiriyor şeytan aklına. ‘Yakışıklı erkeklerle kırıştırıyor mudur?’ Elinden gelse düşlerini sansürleyecek. Kendisiyle yatmayalı çok uzun zaman oldu. Dokunduğu an küstüm otu gibi içine kapanıveriyor, midesi bulanıyormuş gibi buruşuyor yüzü.” Orta yaşlı, yetişkin çocukları olan, başkalarının gözünde neredeyse mutlu bir çift. Üniversiteyi bitirir bitirmez evlenmişler. Çocuklar evden uçmuş gitmiş, güzel yemekler yapan, becerikli, ağırbaşlı kadın ile hep yazmak yahut edebiyat dergisi çıkarmak isteyen adam kalmış evde. Ne uyumlu bir çift! Adam her gün işten çıkınca meyhaneye gider, kadın pencerede adamın gelmesini bekler. Ne uyumlu bir çift! Kadın, adamın kusmuklarını siler, adam sabahları ayılmak için bol sarımsaklı çorbası hazır olsun ister. Ne uyumlu bir çift! Adam, kadının yaptığı yemekleri de, aldığı giysileri de, söylediği sözleri de beğenmez, kadını handiyse işe yaramaz akılsızın teki olduğuna inandırır, kadın ise içinde mutsuzluk, tiksinti ve öfke biriktirir. Ne uyumlu bir çift! Biriken bu öfkeyle, şiddetle adam ve kadın ne yapar? Ülkü Günay Kardinal Kuşu’nda kahramanlarının geçmiş hikâyelerini de ihmal etmeden işte bunu anlatıyor.