‘’Bir resim çiziyordum, tertemiz bir yol, çiçekler bir de güneş vardı ama eksikti resim, tamamlıyordum ben. Bir anda bir yağmur bastırdı aktı gitti tüm renkler. Kağıt bembeyaz kalmıştı. Sonra bir siyah nokta belirdi, minik ve masum bir siyah nokta. Böyle sandım ilk başta ama sonra o siyah nokta ne minikliğini ne de masumluğunu koruyabildi. Büyüdü ve minik bir beyaz nokta hariç tüm kağıdı kapladı. Önce renklerimi, sonra fırçamı ve en son beni çekti içine. İşte o zaman anlamını kaybetti tüm renkler. Gökyüzüm karardı, esarete kapıldım. Bir tek yıldız aradım günlerce. Umutsuzca aradım o yıldızı ama bulamadım çünkü unuttuğum bir şey vardı. O karanlığın dışında beni bekleyen beyaz bir nokta vardı. O belki de aydınlatabilirdi gökyüzümü. İçimde bir umut kıvılcımı parladı. Ben de o kıvılcımı yolladım minik noktaya. O beni çekti yanına ama hala içerideydi anlamını kaybeden tüm renkler ve fırçam. İşte ben gökyüzümü aydınlatacak beyaz noktaya sarıldım ve o karanlığa tekrar attım kendimi ve şimdi de anlamını kaybeden tüm renkleri ve fırçamı arıyorum…’’